Bir Şizofeni Hikayesi

  1. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    HicEdebiyati
    HicEdebiyati's avatar
    Kayıt Tarihi: 10/Ekim/2009
    Erkek

    Şizofreni, zihin bölünmesi anlamına gelen bir hastalıktır.

    Biyolojik ve genetik faktörlerin yanısıra, özellikle eğitimde
    tutarsızlık,
    verilen çelişkili mesajlar yahut belirsiz, anlamsız, korkutucu olaylar
    ruhsal dünyada bir parçalanmaya yol açabiliyor, bu da sonunda
    gerçeklerden tamamen kopmayı ve bir hayal dünyasında yaşamayı netice verebiliyordu.
    Bu delikanlı o noktaya gelene dek neler yaşamıştı kimbilir?

    "Ben iyiyim doktor abi, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim,
    bekliyorum." Böyle demişti Hüseyin, daha odaya ilk girişinde. Onsekiz
    yaşındaydı. Şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir
    korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Çocuk
    gibiydi tavırları.

    Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz,
    saf dünyasına dönmüştü sanki. Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya
    kapılarını kapatmıştı. Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı. Neyi neden
    yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu ailesi. İnsanlardan kaçıyor, bazen
    kendi kendine birşeyler konuşup gülüyordu. Ama, gariptir, halinden memnun
    görünüyordu. Ve yerli yersiz aynı sözü tekrarlayıp duruyordu: "İyiyim
    ben, iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum."
    Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir tokattı. Oyundan
    eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. "Geldim işte,
    sevinin" dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu
    bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı. Neye
    sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve yatağına gidip ağladı.

    Babasının ?asabi? olduğunu, bazen işten gergin geldiğini, o yüzden ufak
    şeylere sinirlendiğini, ?aslında iyi bir insan? olduğunu zamanla
    annesinden öğrenmişti. İyi de, kendisinin ne kabahati vardı ki? Hem babası ?Sizin
    için çalışıyorum, ablanın ve senin geleceğiniz için yoruluyorum? demiyor
    muydu? Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi
    nasıl işti? Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Neden ki?

    Bazen ?aslan oğlum, akıllı oğlum? derdi babası kendisine, bazen de
    ?salak, haylaz!? Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini
    kemiriyordu. Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime
    güvenebilirdi ki?

    Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı.
    Devamlı peşinde dolaşır, ?Hasta olacaksın? der, başka şey demezdi. Bu aşırı
    ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu kendisini ve dövmüyordu
    ya; yetebilirdi bu. Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi
    gerekiyordu ama, olsundu. Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira. Ama hayır;
    maalesef her zaman sevmiyordu annesi onu. Uslu olduğu zamanlarda
    geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani. Annesinin hoşlanmadığı birşey
    yaptığında ?Seni doğuracağıma taş doğursaydım? sözünü sık sık duydu. Bir gün
    dayanamayıp ?Acaba benim gerçek anne-babam siz değil misiniz?? sorusunu
    sorduğunda, annesi öfkeli gözlerle ?Saçmalama salak!? diye bağırdı. Bu
    cevap acaba ne anlama geliyordu?

    Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu, öyle
    hissediyordu.İçeriden bağırışlar gelir, yanlarına gidince susarlardı. Birşey yokmuş
    gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik olurdu. İçini
    dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden
    anlatmazlardı ki? Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet
    etsinlerdi. Böylesi daha mi iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu
    artık.

    Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz yerine gelirdi. Anne
    baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi çünkü.
    Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek hoşuna
    gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle
    davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı değersizdik?

    Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde başına dert oldu.
    Anne-babasının evde ?keltoş? dedikleri komşu evlerine misafir olduğu
    bir gün ona ?keltoş? diye seslenince buz gibi bir hava esmişti. Ablası
    çimdikledi. Yanlış mı söylemişti adını yoksa? Adı bu değil miydi? Niye öyle
    diyorlardı o zaman?

    Gelen giden arttıkça, çelişkiler de artıyordu. ?Yine mi o gıcık tipler
    geliyor?/Aman efendim ne iyi oldu da geldiniz?? ?O Ayten de çok
    saçmalıyor canım/Haklısın Aytenciğim, naaparsın?? ?Keşke evde yok deseydin
    oğlum/İnanın çok özlemiştik.?

    Bir kenara çekilmiş, sessizce izliyordu çoğunlukla. Bu karmaşık oyunun
    kuralı acaba neydi?

    İlkokula başlayışını, evdeki sıkıntılardan kaçış olarak, sevinçle
    karşılamıştı. Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi
    olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle bağıran asık
    suratlı öğretmenler olmasa çok da güzel olabilirdi. Nutuklarda başka
    konuşuyorlardı, koridorlarda başka. ?Gelecek sizin elinizde/Siz haylazsınız!?
    Okuyup büyük adam olacaksınız/Adam olmazsınız siz!? "Bu ülkenin umudu sizlerde/Sizi
    her gün dövmek lazım!" "Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı/Aptallar!"

    Anlayamıyordu çoğu şeyi. Atatürk?ü öğretmişlerdi ona önce ve sonra ve
    hep?beden eğitimi dersinde bile. "En büyük o! Bizi kurtardı. Bir millet
    yarattı." Ama Hüseyin dedesinden "Allah en büyüktür, tek yaratıcı Odur"
    diye öğrenmişti. Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye
    sordu. Öğretmen ters ters baktı ve "Böyle saçma soruları bir daha sorma; fena
    olur" dedi. Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten. Korkutucuydu dünya. Nasıl
    korunacaktı?

    İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir
    arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüş, hatta bacağını
    kanatmıştı.
    Kopya kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta ilkokullar
    arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında öğretmeni yanlarına
    yanaştı ve "Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu" diye fısıldadı. Duymazdan
    geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde.
    Yarışma sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz? Size cevabı söyledim. Ya
    yarışmayı kaybetseydiniz?" diye bağırınca, kafası iyice karıştı. Bir
    gün birisi ?Bunlar kamera şakasıydı? diyecek diye bekliyordu. Ama ya
    değilse?

    Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi! Anlaşılan, onları kendi
    kendine ve kendince çözmesi gerekecekti. Yapabilirse?

    Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep "Susun! Çok
    konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede öğretmenler "Niye aval aval
    bakıyorsunuz, derse katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu
    millet geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma konusunda da çelişkide kaldı.

    Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu.
    Zaten genellikle odasında tek başına oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla
    konuşmasına, annesi ?Hâlâ çocuk gibisin? diye tepki gösteriyordu.

    Ergenliğe girdiğinde garip şeyler yaşamaya başladı. Öteden beri bildiği
    bedeninde o güne dek bilmediği şeyler oluyordu. Ama kimseye soramadı.
    Kimse de, ne olup bittiğini ona doğru düzgün anlatmadı. Ayıp deyip sustular.
    "Kızların şeyi var mı?" sorusunun cevabını bile arkadaşlarıyla başbaşa
    verip üç ayda öğrenebildi. Yine o dönemde öğrendiğini sandığı bir yığın şeyi
    düzeltmesi yıllarını alacaktı.

    Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir kız olmadığı için
    arkadaşları kendisiyle alay ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu
    alaylardan kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi. Ders
    aralarında onunla konuşmaya başladı. Hatta ona âşık oldu bile
    denilebilirdi.Ama bu kez de âşık olmasıyla alay edildi. İnsanlar neden böyleydi ki?

    Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza ?Seni seviyorum? demek geldi
    içinden.Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı. Hatta kendisini öğretmene şikayet
    etti. Tabii ki, dayak yedi öğretmenden. Çok üzülmüştü. Durumu düzeltmek için
    kızın yanına gitti, özür diledi ve ?Tamam, seni sevmiyorum? dedi. Ama kız
    buna da ağladı. Yine şikayet edildi, yine dayak yedi, yine anlayamadı neler
    olup bittiğini. Şu kızlar da garipti doğrusu.

    Okul dışındaki kızlara yöneldi ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli abilerle
    gezmeye başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de. Caddelerde
    gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya başladı. "Üf abi, şu kıza bak,
    çok güzel." "Hakkaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyo oğlum, asıl şuna."
    "Yok abi şu gelene asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali abi?" Değildi
    maalesef. ?Daha hoş? deyip laf attığı kız, Ali abisinin kızkardeşiydi.
    Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi,
    sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi birilerinin
    ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına kim nerede laf
    atıyordu? İğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.

    Çok fazla kızla çıkmak makbuldü arkadaş çevresinde. Popüler bir
    delikanlının fazla kız arkadaşı olmalıydı. Ama kızların erkeklerle fazla çıkmaları
    iyi değildi, ?kaşar? damgası yerlerdi. Peki o zaman erkekler kiminle
    çıkacaktı ki? Meselâ kendisinin kız arkadaşlarıyla gezmesi anne babasının hoşuna
    gitmişti. Ama ablasının bir erkekle çıkması evdekilerin en büyük
    korkusu idi. Kendisine bir kız telefon edince ?aslan oğlum? diyen bakışlar
    gezinirdi üzerinde. Ama ablasını bir erkek ararsa evde kıyamet kopardı.

    ?Bu tutarsızlıklar beni deli edecek? diyordu içinden. Sonunu
    hissetmişti sanki.

    Kur?ân okumanın ve ondaki emirlere uymanın çok güzel olduğunu
    öğrenmişti lise yıllarında. Anne babası Kur?ân okumazlardı, ama ?Okumak lazım,
    iyidir? derlerdi. ?Okumak lazım, iyidir? derler, ama okumazlardı. Normaldi
    artık bu çelişkiler; pek üstünde durmadı. O okudu, etkilendi. Namaza başladı.
    Kızlarla mesafeli olması gerektiğini de öğrenmişti. Kız arkadaşlarıyla
    samimiyetini azalttı. Bira içmez oldu. TV izlemedi, sohbetlere gitti.
    Bir gün anne babasını fısır fısır konuşurken gördü. O akşam babası onu
    karşısına alıp konuşmaya başladı. Bir problem olduğunu anlamıştı. Bir problem
    olmasa babası onunla konuşmazdı çünkü; ancak bir problem varsa konuşurdu.
    Sonunda babası dilinin altındaki baklayı çıkardı: "Evladım, aşırı gitme.
    Namazını da kıl, gereğinde bara, pavyona da git. Kur?ân da oku, kızlarla gezip içki
    de iç. Dengeli yaşa." "Nerede yazıyor bu denge baba?" diye sordu. Babası
    sinirlenip "İşte burada yazıyor" dedi ve avucunu gösterip yanağına
    okkalı bir tokat yapıştırdı. Ağlamıyordu artık. Etkileniyormuş gibi yapmaya
    çalışıyordu. Ama direnci zayıflamıştı. Kur?ân?ı da, namazı da bıraktı.

    Evlerinde televizyon hep açık dururdu. Bazen açık-saçık programlar
    olurdu. Spiker ?Şok, Şok! Şu rezilliğe bakın!? diye ekranı inletirken bir
    yandan da o rezillikler en ayrıntılı biçimde gösterilirdi. Babası da hem onları
    seyreder, hem de "Tövbe, tövbe! Başımıza taş yağacak; şunların
    yaptıklarına bakın" derdi. Hüseyin "Baba, başka kanala geçelim" deyince de, "Biraz
    bakalım canım, meraktan izliyorum zaten, neler olup bitiyor bilmek
    lazım" diye cevap verirdi. Babasının bakışlarında merak denilemeyecek garip
    bir pırıltı olurdu oysa. Hüseyin farkındaydı bunun.

    Lise son sınıfta siyasetle ilgilenmek ama aşırı gitmemek gerektiğini
    öğrendi; nasıl olacaksa? Ve haber programlarını izlemeye, gazetelerdeki
    köşe yazılarını okumaya başladı. Birçok şey öğrendi; özellikle dış politika
    konusunda. Batılı olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok hayır,
    biz en üstündük. Sadece, biraz geri kalmıştık. Ama en güçlü, en akıllı bizdik.
    Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama onlar bizi
    sevmiyordu. Onlar bizi sevmediği için biz de onları sevmiyorduk. Ama onlar gibi
    olmalıydık yine de. Sevmeliydiler bizi, biz onları sevmesek de.

    Hele Yunanlılar bize iyice düşmandılar. Biz de onlardan nefret ederdik.
    Hep savaşmış, hep yenmiştik onları. Ama aslında kardeştik. Bazen bizden
    korktukları söylenirdi. Sinirlendiriyordu bu bizi. Bizden neden
    korkuyorlardı ki? Fazla sinirlenirsek canlarına okurduk onların.
    Korkmasınlardı bizden.

    Araplar ise zaten oldum olası bizi sevmezlerdi. Biz de onları hiç
    sevmezdik. Ama onlar bizi neden sevmiyordu ki? Biz onları hep sevmiş, hep iyilik
    yapmış değil miydik? Oysa onlar bize hep kötülük yapmak istiyorlardı. Bizi
    sevmeleri lazımdı. Ama bizim onları sevmememiz lazımdı.

    Zihni iyice dağılmaya başlamıştı. İçine kapanmaya başladı. Odasından
    çıkmamaya başladı. Hayallerle avundu. Hayallerinde herşey netti,
    kontrolü altındaydı. En iyisi buydu galiba. Ama annesi neden ona garip garip
    bakmaya başlamıştı ki?

    Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç yere
    başvurdu. Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu yere alınmadı. Babası öfkelendi.
    "Bu torpil yüzünden memleket batacak" dedi. Bir hafta sonra ikinci
    başvurduğu yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası lehine olunca kötüydü
    torpil. Ama, biz yapınca iyi oluyordu.

    İşyerinde bir kıza âşık oldu. Tutunacak bir dal arıyordu bu çalkantılar
    arasında. Her şey bozulmuştu, o kız tertemizdi. Onunla hayatı sihirli
    bir değnek değmişçesine değişecekti. O da Hüseyin?i sevecekti mutlaka,
    hatta seviyordu galiba. Zaten geçen gün işyerinde sudan bir sebepten
    bağırmıştı ona; tıpkı küçükken annesinin yaptığı gibi. Seviyordu kesin, ama tutucu
    bir aileden geldiği için bunu pek belli etmiyordu. Özellikle sessiz, mazbut
    bir kız oluşundan hoşlanmıştı onun.Ama yaz gelince son hayal kırıklığını yaşadı.

    Sevdiği kız bazen kısacık etekler giyiyordu. Otururken de, görünmesin diye eteğini habire çekiştiriyordu.
    Niye kısa giyiyordu ki o zaman? Uzun giyse rahat
    ederdi. Dayanamayıp bunu söyledi bir gün. Kız utançla karışık gülümsedi, ama
    giyimini değiştirmedi. Sonra bir gün onun yazın plajda bikiniyle
    dolaşıp erkek arkadaşlarıyla denize girdiğini öğrendi. "Nasıl yani???"

    Karşımda oturmuş kendi kendine konuşup gülen bu delikanlı, aslında
    kendince kurtuluşu seçmişti anlaşılan. Çocukluğundan beri bu hayatı, bu
    insanları çözememiş, doğru bir pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, çifte
    standartların, yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha fazla dayanamamış
    ve huzuru ancak gerçeği reddederek bulmuştu işte. Bu kuralsız trafik,
    üstüne gelenler, arkadan sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden,
    hayat yolculuğunda sağa çekmişti. Bekliyordu.

    "Ben iyiyim artık, hiçbir şeyim yok doktor abi, çok iyiyim ben. Sağa
    çektim, bekliyorum."

    alıntı..


    "Ardıma dönüp bakıyorum da,dallarımı kıran rüzgarları bile affetmişim ama, bir kendime uzanamamış elim.." Ahmet Haşim
  2. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    aLsanCaK
    aLsanCaK's avatar
    Kayıt Tarihi: 30/Kasım/2007
    Erkek

    daha once paylasilmisti ama yinede saol, hatirlamis olduk.

  3. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    gokcan
    gokcan's avatar
    Kayıt Tarihi: 01/Aralık/2008
    Erkek

    aLsanCaK bunu yazdı:
    -----------------------------

    daha once paylasilmisti ama yinede saol, hatirlamis olduk.


    -----------------------------

    tahribatta sadece iş arkadaşıyız herşey resmidir hih..

     

    benimde sola çekmem lazım..ilk gelen 200 km hızlı arabanın altında kalıp yok olmam

  4. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    NovalgiN
    NovalgiN's avatar
    Kayıt Tarihi: 12/Ağustos/2002
    Erkek

    aşk biraz sola çeker (:


    Yağmur dindi, yağmura inandık.|www.birboluiki.net
  5. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    HolygaN
    HolygaN's avatar
    Kayıt Tarihi: 15/Temmuz/2007
    Erkek

    Çok çabuk sağa çekmiş. Daha bişey yaşamamış ki. Biraz daha gaza bassa görürdüm ben onu

  6. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    noname
    noname's avatar
    Kayıt Tarihi: 23/Ağustos/2005
    Erkek

    vay :/


    ...said addicted.
  7. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    acemi-webci
    acemi-webci's avatar
    Kayıt Tarihi: 11/Haziran/2008
    Erkek

    teşekkürler, güzelmiş..


    ...
Toplam Hit: 1480 Toplam Mesaj: 7