Guzellıgın De İmtıhanı Varmış
-
Süleyman bin Yesâr, bir arkadaşıyla “Ebva” denen yerde konaklamışlardı. Arkadaşı yakındaki alışveriş yerinden bir şeyler almak üzere çadırdan ayrıldığı sırada Süleyman’ı geriden gözetleyen bir bedevi kadını hemen çadırın kapısına gelerek:
– Buraya kadar gelir misin? diye seslendi.
Süleyman, serili sofradan yiyecek isteyeceğini düşünerek bazı şeyleri alıp da kadına doğru yürürken kadının ikazı farklı oldu: – Ben yiyecek falan istemiyorum, seni istiyorum seni. Yakışıklılığın hoşuma gitti. Karşı çadıra gel. Kimsecikler yok yanımda! Süleyman, bir imtihana tabi tutulduğunu düşünerek bağırmaya başladı:
– Defol buradan şeytanın elçisi. Şimdi arkadaşım gelir, İkimiz de rezil oluruz!
Kadın, beklemediği bu karşılıktan ürkerek peçesini yüzüne kapayıp çadırına dönerken, Süleyman da içeriye girip ağlamaya başladı. Bu sırada çarşıdan aldığı şeylerle gelen arkadaşı Süleyman’dan yaşadığı durumu dinleyince o da ağlamaya başladı. Süleyman şaşırmıştı.
– Sen niçin ağlıyorsun? diye sordu. Aldığı cevap şöyle oldu:
– Kardeşim, sen gerçekten de bir iffet abidesiymişsin. İyi ki ben muhatap olmadım böyle bir imtihana. Muhtemeldir ki kaybedebilirdim. Allah sana senin güzelliğin kadar iman kuvveti lütfeylemiş demek ki.
Süleyman oradan kalkıp Medine’ye varır, o gece rüyasında Yusuf aleyhisselamı görür. Karşıdan kucağını açarak gelen Hazret-i Yusuf ona şöyle hitap eder:
– Gel seni kucaklayayım iffet abidesi kardeşim. Güzelliğin de kendine göre imtihanı vardır. Sen de benim gibi bu konuda imtihanlara tabi tutuldun, ama kazandın. Tebrik ederim seni.
-
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varır...
Karsısına çıkan insanlara, kendisine yardim edecek, yemek ve yatacak yer
verecek birileri olup olmadığını sorar...
Köylüler, Derviş’e, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük
olduğunu söylerler ve Sakır diye birinin çiftliğini tarif edip,
oraya gitmesini salik verirler...
Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar... Onların
anlattıklarından, Safir’in, o yörenin en zengin kişilerinden biri olduğunu
öğrenir... Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka çiftlik
sahibidir...
Derviş, Sakir'in çiftliğine varır... Çok iyi karşılanır... Iyi misafir
edilir, yer, içer ve dinlenir... Sakir de, ailesi de hem misafirperver
ve hem de gönülleri zengin insanlardır... Sonra tekrar yola koyulma
zamanı gelir ve Derviş Sakir'e ve ailesine teşekkür ederken, "Böyle zengin
bir insan olduğun için hep şükret." der... Sakir'den ise söyle bir
yanıt alır: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz... Bazen görünen, gerçeğin
kendisi değildir... Bu da geçer...".
Derviş, Sakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt üzerine uzun
uzun düşünür... Aradan birkaç yıl geççikten sonra, Derviş’in yolu yine
ayni yöreye düşer... Sakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister... Yolda
karsılaştığı köylülerle konuşurken, köylüler: "Haaaa o Sakir
mi?.. O iyice fakirleri, simdi Haddad'in yanında çalışıyor..." derler.
Dervis, hemen Haddad'in çiftligine gider... Sakir'i bulur... Eski dostu
yaslanmistir... üzerinde eski püskü giysiler vardir... Geçen süre
içindeki bir sel felaketinde bütün sigirlari telef olmus, evi barki
yikilmistir... Topraklari da islenemez hale geldigi için, tek çare olarak,
selden hiç zarar görmemis ve biraz daha zenginlesmis olan Haddad'in yaninda
çalismak zorunda kalmistir... Bu süre zarfinda Sakir ve ailesi,
Haddad'a hizmetkarlik yapmaktadirlar...
Sakir, Dervis'i, bu kez son derece mütevazi olan evinde misafir eder...
Kit kanaat yemegini onunla paylasir...
Dervis, vedalasirken, Sakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün
oldugunu söyler ve Sakir'den su yaniti alir: "Üzülme... Unutma, bu da
geçer..."
Dervis, gezmeye devam eder ve aradan uzun yillar geçtikten sonra, yolu
yine ayni bölgeye düser... Ogrendiklerinden saskina döner... Bir süre
önce ölen Haddad, ailesi olmadigindan, bütün varini yogunu, en sadik
hizmetkari ve eski dostu Sakir'e birakmistir... Sakir, Haddad'in konaginda
oturmaktadir... Kocaman arazileri ve binlerce sigiri ile yine o yörenin
en zengin insani olmustur... Dervis, eski dostunu iyi gördügü için ne
kadar çok sevindigini dile getirdiginde yine ayni yaniti alir: "Bu da
geçer..."
Birkaç yil sonra Dervis yine Sakir'i arar... Ona bir tepe
gösterirler... Tepede Sakir'in mezari vardir ve mezar tasinda söyle yazmaktadir: "Bu
da geçer".
Dervis, üzgün bir sekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?" diye
düsünür ve gider...
Ertesi yil, Dervis, Sakir'in mezarini ziyaret etmek için geri döner ama
ortaliklarda mezar falan kalmamistir... Büyük bir sel gelmis, bütün
tepeyi silmis süpürmüs ve Sakir'in mezarindan geriye hiç eser
kalmamistir...
O yillarda, ülkenin sultani, kendisi için çok degisik bir yüzük
yapilmasini ister... Bu öyle bir yüzük olacaktir ki, sultan mutsuz oldugunda
umudunu tazeleyecek, mutlu oldugunda da, mutlulugun rehavetine kendini
kaptirmasini, tembellige düsmesini önleyecektir...
Hiç kimse, sultani tatmin edecek böyle bir yüzük yapmayi basaramaz...
Sultanin adamlari bir gün bilge Dervis'i bulurlar, yardim isterler... Sultan yüzüge fena halde takmistir...
Dervis, sultanin kuyumcusuna hitaben bir mektup yazar...
Kisa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur... Sultan önceleri hiçbir
anlam veremez; çünkü, son derece sade bir yüzüktür bu... Sonra üzerindeki
yaziya takilir gözü... Üzerinde biraz düsünür ve yüzü aydinlanir...
Büyük bir mutluluk isigi parlar gözlerinde... Sonunda tam da istedigi gibi
bir yüzügü olmustur...
Yüzügün üzerindeki yazi mi?
Su yazilidir yüzügün üzerinde: "Bu da geçer".
-
2. hikaye manyaktı..
-
1. hikayeyi okuyunca aklıma lise zamanlarım geldi. okulun bütün kızları hastaydı bana ama ben birine takılmıştım o da kabul etmiyodu beni zaten sonra okul bitti şimdi kızlar beni istemiyo.
asi_kan84 senin hikayelerin de süper bu paylaşım devam eder inşallah.
diyardan diyara uçurdunuz beni -
asıl derviş sakirmiş ha..güzel hikaye
Toplam Hit: 945 Toplam Mesaj: 5