folder Tahribat.com Forumları
linefolder Genel
linefolder Uyuşturucu Maddeler Ve Antidepresanlar Kıyaslanıyor



Uyuşturucu Maddeler Ve Antidepresanlar Kıyaslanıyor

  1. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    FischExistenz
    FischExistenz's avatar
    Kayıt Tarihi: 07/Ağustos/2006
    Erkek

     

    PSİKİYATRİK İLAÇLAR!.....


    "Dikkat: Ritalin Kokain Gibi Hareket Ediyor!" başlıklı makale Amerikan Tıp Birliği Dergisi'nde (JAMA) Ağustos 2001'de yayımlandı. Fakat bu makaleden haberdar olma olasılığınız sıfıra yakın. Zira ilaç firmaları çok başka şeyleri duymamız için ellerinden geleni yapıyorlar; örneğin şunu: "Insulin şeker hastalığında nasıl etkiliyse, psikiyatrik ilaçlar da akıl hastalığına sebep olan kimyasal dengesizlikleri düzeltmekte etkili." Firmalar, bu mesajin halka ulaşması için, TV reklamlarına milyarlarca dolar harcıyorlar. Yanı sıra, ilaç firması temsilcilerinin doktorları ziyaret etmesi için, tıp dergilerindeki reklamlar ve doktorlara yönelik seminerler için de milyarlarca dolar harcıyorlar.

    Hatta ilaç firmaları, Amerikan Psikiyatri Birliği'ni, Akıl Hastaları Için Ulusal Ittifak'ı ve diğer akıl sağlığı kurumlarını bile finansal açıdan destekliyorlar. Amerika'nın psikolojik rahatsızlıklarla "ilaçla savaşmayı" tercih etmesi, endüstrileşmiş ülkeler arasında hapse düşmüş insan sayısının Amerika'da en yüksek olmasına yol açarken (hem toplamda hem nüfusa oranda), yaklaşık dört Amerikalıdan birine de psikiyatrik ilaçlar reçete ediliyor. Eğer psikiyatrik ilaçlar kimyasal açıdan alkole ve yasadışı maddelere (uyuşturucu ve uyarıcılara) benziyorsa ve eğer bu maddelerin tümü aynı amaçlar için kullanılıyorsa, bu durumda böylesi bir ikiyüzlülük, iki trajedi yaratmıştır denebilir:

    1- Yasadışı maddeler kullandıkları için milyonlarca, çoğu fakir ve sağlık sigortası olmayan Amerikalının haksız yere hapse atılması,
    2- Başka milyonlarca, çoğu fakir olmayan ve sağlık sigortasına sahip Amerikalının psikiyatrik ilaç kullanmalarının sosyal sebeplerinin reddedilmesi.

    KİMYASAL DENGESİZLİK TEORİSİ

    Psikiyatrik ilaçlar akıl hastalığına sebep olduğu söylenen kimyasal dengesizlikleri gerçekten düzeltiyor mu? Psikiyatrik ilaçlar insuline benzetilebilir mi? Yoksa psikiyatrik ilaçlar yasadışı maddelere ve alkole benzetilse daha mı dogru olur? Insulin'in şeker hastalarında geçici olarak kimyasal dengeyi sağladığını biliyoruz, fakat psikiyatrik ilaçların duygusal zorluklar yaşayan birinin kimyasal dengesini sağladığına dair hiçbir bilimsel bilgi yok elimizde. Bundan önce, akıl hastalıklarının kimyasal dengesizlikler yüzünden oluştuğuna dair bile herhangi bir bilimsel kanıt yok.
    Örneğin, Ulusal Saglik Kurumu (National Institute of Health) 1998 yılında, hiperaktivite ve dikkat eksikliği (HADE) sorununa sebep olan hiçbir kimyasal dengesizlik bulunmadığını veya hiçbir biyolojik temel bulunmadığını kabul etti ve 2000 yılında Amerikan Pediatri Akademisi de bunu doğruladı. Doktorunuz da zaten size HADE'yi teşhis etmek için herhangi bir fiziksel/fizyolojik bir test kullanılmadığını, sadece davranış değerlendirme formuyla bu teşhisin konduğunu söyleyecektir. HADE'yle ilgili kimyasal dengesizlik teorisi sadece bir teori olmaktan öte bir anlam taşımıyor.

    DALDAN DALA ATLAMA

    Yıllarca depresyona "norotransmitter" dengesizliklerinin sebep olduğunu duyduk (norotransmitter: beyin hücreleri arasındaki taşıyıcılar). Önce beyinde "noropinephrine" adlı maddenin çok az olması depresyona sebep oluyor dediler ve Tofranil ve Elavil adlı ilaçların bu dengesizlikleri düzelteceğini söylediler. Fakat sonraları, 1980'lerin sonuna geldiğimizde, Prozac (ve daha sonra Zoloft ve Paxil) gibi SSRI (seçici serotonin geri alımı engelleyicileri) türü ilaçlar piyasaya sürüldü.
    Bu kez, serotonin adlı maddenin çok az oluşu depresyona sebep oluyor dediler. Yakın zamanda ise, "dopamin" adlı bir başka "norotransmitter"i çoğaltan, SSRI türü olmayan bir yeni ilaç Wellbutrin'le ilgili bir TV reklamı bombardımanına maruz kaldık. Nasıl bir daldan dala atlamadır bu, anlayan beri gelsin! Michigan Universitesi Noroloji kürsüsü "emeritus" profesörlerinden Elliot Valenstein'in, "Beyni Suçlamak" (1998) adlı kitabında açık bir şekilde belirttiği üzere, depresyonun biyokimyasal dengesizliklerle herhangi bir ilişkisi olduğunu, bilim, gösterebilmiş değildir.

    Psikiyatrik ilaçlarla insulin'i karşılaştırmak elmalarla armutları karşılaştırmaktan başka bir şey değildir. Hiç kimse psikiyatrik ilaçların zaman zaman geçici bir rahatlama sağladığına itiraz etmiyor. Fakat, aynı rahatlamayı yasadışı maddeler ve alkol de sağlıyor; Lindesmith Merkezi (yasadışı maddeler araştırma enstitüsü) direktörü Ethan Nadelman'a göre, yasadışı maddeler ve alkol "fiziksel ve duygusal acı çeken ve psikoterapiye veya Prozac'a ulaşamayan insanların kendi başlarına çare olarak kullandıkları şeylerdir." Elmalarla elmaları kıyaslamaya niyetiniz varsa, psikiyatrik ilaçları yasadışı maddeler ve alkolle kıyaslayın.

    Amerikan Tıp Birliği Dergisi'nde 2001'de "Ritalin'in Kokain Gibi Hareket Ettiği"nin umuma duyurulması gizli bir bilginin açığa vurulması olarak düşünülmemeli. Otuz yıl önce bile, Dünya Sağlık Örgütü , Ritalin'i kokainle kıyaslamış durumda. Neden? Hiperaktivite ve dikkat eksikliğinde kullanılan Ritalin, Adderall ve Dexedrine gibi ilaçlar, kokainin etkilediği aynı "norotransmitter"leri etkiliyor da ondan.

     

    İNSANI KÖRELTİYOR
    Birçok insan Prozac, Zoloft ve Paxil gibi SSRI türü ilaçların "Ecstasy"ye birçok açıdan benzer özellikleri olduğunu öğrendiklerinde alt üst oldular. SSRI türü ilaçlar serotonin seviyesini yükseltir -Ecstasy de aynı şeyi yapar (farklı bir mekanizmayla ve daha hızlı şekilde). İlaç firmaları 90'li yıllarda SSRI türü ilaçların tehlikeli olmadığını ve alışkanlık yaratmadığını söyledi durdu. Fakat, 2000 yılında Harvard Tip Fakültesi psikiyatristlerinden Joseph Glenmullen, SSRI türü ilaçların beyinde hasara yol açan nörolojik bozukluklara sebep olduğunu bildirdi ve şu önemli noktayı vurguladı: "İlacı bırakma sendromu -insanı halsiz bırakan düzeyde- hastaların yüzde 50'sini etkiliyor."

    Dolayısıyla, SSRI türü ilaçların (veya herhangi bir psikiyatrik ilacın) kimyasal dengesizlikleri düzelttiğine dair hiçbir kanıt olmamasından öte, bu ilaçları bıraktığınızda ortaya çıkan olumsuz etkiler, bu ilaçların tam tersine kimyasal dengesizliğe sebep olduğunun açık bir göstergesi. Xanax, Ativan veya Klonopin gibi "benzodiazapine" yatıştırıcıları kullanmayı bıraktığınızda yaşayacağınız olumsuz etkiler alkolü bıraktığınızda yaşayacaklarınızla aynıdır (örneğin, sarsaklık, iştah kaybı, kramplar, hafıza ve konsantrasyon sorunları, uykusuzluk, aşırı duyarlılık, kaygı).

    Benzodiazepinler ile akolün sadece kullanırken ve bıraktıktan sonraki etkileri aynı değil, ikisi de vöcudun GABA sistemi üzerinde etkili olduğu için biyokimyasal açıdan da etkileri aynı. Psikiyatrik ilaçlar rahatlama sağlarken, yasadışı maddeler ve alkol nasıl etki ediyorsa aynı şekilde etki gösteriyorlar: İnsanı "köreltiyorlar". Ritalin, Paxil veya Xanax gibi reçeteyle psikiyatrik ilaçlar kullandığınızda veya yasadışı maddeler veya alkol kullandığınızda, duygusal deneyimleriniz "sönüyor".
    Sıkıntınız, engellenme duygunuz, incinmişliğiniz, kızgınlığınız yoğunluğunu yitiriyor. Eğer dürüst bir psikiyatrik ilaç kullanıcısıyla veya dürüst bir yasadışı madde kullanıcısıyla veya dürüst bir alkol kullanıcısıyla konuşursanız, aynı şeyi söylediklerini göreceksiniz: "Bir süre işe yaradı, uçları körelterek." Fakat peşi sıra şunu da söyleyeceklerdir: "Sonunda aynı rahatlamayı sağlamak için daha fazlasına ihtiyaç duydum."

    İLAÇ PİYASASININ GÜCÜ;
    İlaç şirketleri, psikiyatrik ilaçların sadece başka bir çeşit ilaç olduğuna inanmamız ve kendilerince ileri sürülenin mantıklı olduğunu kabul etmemiz uğrunda milyarlarca dolar harcadılar. Onların öne sürdükleri şöyle bir şey: "Bazı ilaçların zararlı olduğunun zamanla ortaya çıktığı ve iyi ilaçların gereğinden fazla reçete edilebileceği doğrudur, fakat psikiyatrik ilaçların uygun kullanımının hiçbir koşulda söz konusu olmadığını ileri sürmek aşırıya kaçar".
    Bu çeşit bir önerme psikiyatrik olmayan ilaçlardan bahsetseydik mantıklı olabilirdi. Ancak, psikiyatrik ilaçların geçmişi, psikiyatri harici ilaçların geçmişinden çok çok farklı. Psikiyatrik ilaçların geçmişine baktığımızda, neticede tüm psikiyatrik ilaçların;

    (a)ya kullanımı kestikten sonra yüksek alışkanlık yaptıklarının anlaşıldığı,

    (b)ya uygun bir "plaseboya" (ilaç niyetine verilen etkisiz madde, "sahte ilaç") nazaran çoğunlukla etkisiz oldukları,

    c)ya kısa veya uzun dönem olumsuz etkileri açısından çok tehlikeli oldukları,

    (d)yada yukarıdaki şıkların hepsinin geçerli olduğu bulundu.

    Psikiyatrik ilaçların -kimyasal ve klinik bulgular açısından- yasadışı ilaçlarla ve alkolle aynı kategoride oldukları gerçeği kavrandığında, ilaç şirketlerinin kendilerince mantıklı olduğunu ileri sürdüklerinin mantıkdışı olduğu görülür. Yasadışı ilaçları ve alkolu zehir olarak etiketleyip psikiyatrik ilaçları deva diye adlandırmak, "bayağının" bir zaferidir.
    Bu, pazarlama taktiklerinin bilime, insafsızlığın da şefkate karşı bir zaferidir. Bu, aynı zamanda inkârın ve baştan savmanın zaferidir. Bu ikiyüzlü damgalama süreciyle, yaşam yerine piyasaya tapınan şirket egemenliğinin yıkıcı sosyal etkisini inkâr edebiliyoruz, çünkü şu sorudan kaçınmamız "isteniyor" bizden: Niçin gittikçe aramızda daha çok insan köreliyor?

    Mart 2002, "Z" Dergisi Çeviri:Ayşe Poyraz

     

     


     

    HAP KUŞAĞI

    Tüylerimi diken diken eden bir şey anlattılar: Seçkin özel okullardan birinde öğretmen sınıfa girip avucuna doldurduğu hapları tek tek öğrencilerine içiriyor, ders ondan sonra başlıyor.
    Hayır, "hapçılar" için özel bir sınıf değil bu...
    Çocukların çoğu aynı hapı kullanıyor ve almaları gereken saatte öğretmenleri onlara yardımcı oluyor.
    Hapın özelliği, yatıştırıcı olması...
    ***

    Okul çağında çocuğu olan ailelerin artık kanıksadığı bir durum bu...
    Evde TV veya bilgisayar ekranı karşısında büyülenmiş gibi oturan çocuk, okula gittiğinde sırada ders dinlemeye zorlanıyor. İçi kıpır kıpır, teninden enerji fışkırıyor. Başlıyor taşkınlığa... Dikkatini toplayamıyor, yerinde duramıyor, sabırsızlanıyor, arkadaşlarıyla itişiyor.
    Sonra öğretmen ebeveyni çağırıyor; çocuğun yaramazlığından, şımarıklığından, laf dinlemezliğinden, her şeye itiraz etmesinden yakınıyor.
    "Çocuğunuz hiperaktif" diyor.
    Aile deva için psikiyatristin kapısını çalıyor.
    ***

    Genellikle Amerika’da yetişmiş olan psikiyatrist, aileyi dinlerken çocuğa resim çizdiriyor. Çoğunlukla ekranda gördüklerini çiziyor çocuk:
    Ya canavar, ya savaş...
    "Çocuğunuzda şiddet duygusu gelişkin" diyor doktor ve sakinleştirici ilaç yazıyor. Veriyorsunuz; çocuk uysallaşıyor, yüzüne sahte bir gülücük yerleşiyor. Sabah "hapı yuttuğunda" itişmeden sıraya girip mışıl mışıl dersini dinliyor.
    İtiraz filan da kalmıyor.
    ***

    Dizi yara görmeden büyüyen çocuklar bunlar...
    Bizden farklılar.
    "Dizine bakayım" deyince biz, dizkapağımızdan kabuğu soyulmuş yaraları gösterirdik birbirimize; bunlar TV’de "Çocuklar Duymasın"ı gösteriyor.
    Mahalle, sokak, arsa, oyun bilmiyorlar. Evde ekran başından kalkmadıklarından birikmiş enerjilerini dışarı atamıyorlar. Okula gidip de sosyal yaşam kurallarıyla karşılaşınca tepki gösteriyorlar. Özel ilgi ve sevgi beklentilerini, yaramazlıkla dışarı vuruyorlar.
    Ne öğretmenin, ne ailenin özel ilgiye vakti var.
    Halbuki hap ne kolay...
    Yutturuyorsun, çocuk "uyumlu" oluyor.
    ***

    Geçenlerde Amerikan Gıda ve ilaç Dairesi FDA, ünlü depresyon giderici Prozac’ı çocukların da kullanabilmesini onayladı.
    Prozac’ın çocukçası sayılan Ritalin’in üretimi son 8 yılda 7 kat artmış.
    İngiltere’de ilaç kullanan çocuk sayısı ise son 6 yılda 12 katına çıkmış.
    Aktüel’deki yazısında bu rakamları veren Mine Akverdi, artık sınıflarda soruya cevap veremeyen çocukların, "Bugün ilacımı almayı unuttum öğretmenim" dediğini yazıyor.
    Yeni çağın "Prozac toplumu", şimdi sübyan kadrosunu oluşturuyor.
    ***

    Çocuklara, birbirimize, kendimize vakit ayıramamaktan bunlar...
    Ve bu iletişimsizliğin hapla tedavisi yok.
    İlaç, uyuşturuyor çocuklarımızı... sadece onları mı; bizi de...
    Sorunlarla baş edemedikçe, paylaşıp üzerine yürüyemedikçe ilacın şefkatine sığınıyoruz. Yüzümüzde sahte bir tebessümle dolanıyoruz.
    Radyoda spiker güne "Haydi gülümseyin" itelemesiyle başlıyor. İstek parçasında "Erkekler pozitif kızları sever" çalıyor.
    "Pozitif toplum" hap desteğiyle gülüyor; sorunlar olduğu yerde duruyor.
    Unutmayın; depresyonun ve yalnızlığın çağında, sabırsızlığın da, uyumsuzluğun da, dertleri yenmenin de, hayata direnmenin de, hep beraber gülebilmenin de yegane reçetesi, iletişimdir.
    Hapı yutmadan, konuşun onunla...

    CAN DUNDAR


    HAP KUSAĞINA TEPKİLER

    Geçen pazar "Hap Kuşağı" başlıklı yazımda, "Hiperaktivite ve dikkat eksikliği (HADE)" teşhisi konan çocuklarda hap kullanımının yaygınlaştığına değinmiş ve daha sağlıklı iletişim tavsiye etmiştim.

    Gelen mesajların çokluğundan anladım ki, içten içe kanayan bir yaraya parmak basmışım. Aynı dertten muzdarip aileler ve öğretmenler ile sorunla cebelleşen psikiyatristler hemen tepki verdi.

    Kimi aileler, hap kullanan "hiperaktif" çocuklarının iyileşip sosyalleştiğini savunurken, kimileri ilacın yan etkilerinden yakınıyordu.
    "Yazınız aileleri uyardı" diyenler ve "Ritalin Çözüm Değil" (Dr. David Stein, Kuraldışı, 2002) kitabını önerenler kadar, yazının haptan da zararlı olduğunu savunanlar ve "şimdi çocuklar ilacı bırakıp depresyona girerse sorumluluğu alacak mısınız" diye soranlar da oldu. Tepkilerin tümüne yer verebilmem imkansız. Ancak bilim adamlarının farklı görüşlerini özetlemek istiyorum:
    * * *

    Kendini "çocuklara yapıştırılan psikiyatrik etiketler ve ilaçla tedavi"yle mücadeleye adayan Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Sosyal Psikolog Üstün Öngel, Amerika’da halen HADE teşhisi konmuş 5 milyon çocuk olduğunu, söz konusu ilacın yüzde 95’inin de orada tüketildiğini söylüyor, "Türkiye’de çok yaygınlaşmadan önüne geçmeliyiz" diyor.
    Öngel, meraklı, enerjik çocuklara rahatlıkla "hiperaktif" teşhisi konulduğunu, oysa bir hastalık olmayan yaramazlığın aslen ebeveynin ve okulun yaklaşımından kaynaklandığını savunuyor. Verilen ilacın olumsuz etkilerine ve bağımlılık yarattığına dair makaleler yolluyor.

    ABD’de psikiyatr olarak çalışan Kemal Sağduyu’nun mesajı da bu yönde:
    "Vakti olmayan aileler hem çocukları başlarından savmak istiyor, hem de evde veremedikleri eğitimi mucizevi bir şekilde okulun vermesini bekliyor. Böyle olunca öğretmen, sözünü dinlemeyen her öğrenciyi psikiyatra sevk ediyor. İş yükü çok artan psikiyatr da bir iki test yapıp ilaç başlatıyor. İlaç firmaları da reklamlarda, hiperaktif çocukların psikiyatra görünmesini teşvik ediyor. çark böyle dönüp gidiyor".
    * * *

    Medyada sık sık uzmanlığına başvurulan psikiyatrist, Prof. Dr. Yankı Yazgan ise "hiperaktivite"yi "beynimizin öncelik ve planlamadan sorumlu bölgelerinin işlevini yürütmekte zorlanması" diye tanımlıyor. Tedavide bu yükün azaltılması için çevresel düzenlemeler yapıldığını, bu da yetmezse ilaçtan yararlanıldığını söylüyor. İlaç kullanımının artışını, diğer yöntemlerin yeterince etkili, ucuz ve yaygın olmamasına bağlıyor. İlacın, kapsamlı bir tedavi programının parçası olduğunu, dolayısıyla öğretmen ya da anne - babanın yapacaklarının alternatifi değil, tamamlayıcısı olduğunu vurguluyor. "İlaç tedavisine ancak diğer yöntemler işe yaramazsa başvurulmalıdır" diyor.

    Kendisine başvuran genç ve çocukların yaklaşık yüzde 40’ına ilaç tavsiye ettiğini belirten Prof. Yazgan, bu ilaçların bağımlılık yapmadığının araştırmalarca kanıtlandığını, buna karşın yarım kalan tedavinin madde bağımlılığına yol açabildiğini belirtiyor.
    * * *

    Bu farklı görüşlerin üç ortak noktası var:
    1. Sorun giderek büyüyor.
    2. Çözüm için ilaçtan önce ailelerin ve okulun yardımı gerekiyor.
    3. Aileyle, öğretmenle, arkadaşla, doğayla iletişim, en etkili ilaç sayılıyor.
    İlk yazıda dediğim gibi, "Çare iletişimde."

    CAN DUNDAR

     

     


     

    Hiperaktif çocuklar, bebek beynindeki sinir bağlantıları ve Ritalin adlı ilacın bıraktığı uzun vadeli zararlar üzerine dünyada tartışmalar yapılıyor. Alman norolog Gerald Huther ile bu konuda yapılan bir şöyleşiyi sunuyoruz.

    DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE DOĞUŞTAN MI?
    Bazı çocuklar doğrudan doğruya hiperaktifliğe eğilimli olarak dünyaya geliyor. Beyinlerinin daha sağlıklı bir biçimde gelişebilmesi için çok küçük yaştan itibaren güvenilir ilişkilere ihtiyaçları vardır. Eğer bu çocuklar sorunlarını çözümlerken yetişkinlere güvenebileceklerini bilmiyorlarsa beyinleri sağlıklı gelişemez.

    BU NEDEN BÖYLE?
    Beyin, ondan ne şekilde yararlanıldığına bağlı olarak biçimlenen esnek bir organdır. Hiçbir insan özgüven, merak ya da sorunları çözebilme yeteneğiyle dünyaya gelmez. Özellikle de frontal korteksteki (ön beyin zarı) sinir telleri insanın benlik duygusuna ve kisiliğine göre işlemekte. Bu bölge, uyarımları ve duyguları harekete geçirerek korku, hırs, öfke ve kuşkuların kontrol edilmesine yardımcı olmakta. Birçok hiperaktif çocukta bu bölge yeterince gelişmemiştir.

    NİÇİN?
    Yaşamlarının büyük bölümünü aşırı hareket ve hırçınliılarla geçirirler. Ve bu davranış biçimi işe yaradığı müddetçe alışılmadık durumlar yaratmak için yeni stratejiler denemek zorunda hissetmediklerinden kendilerini ifade etmeyi sağlayacak davranış türlerini geliştirme duyusunu geliştiremezler, dolayısıyla da ortama uygun davranmakta sorunlar yaşarlar. Bu durum beyindeki sinir hücrelerinin motiflerine de yansımakta. Hiperaktif bir çocuğun beyni diğerlerine göre daha farklı yani? Hiperaktif çocuğun ön beynindeki kan dolaşımı daha zayıftır ve normal çocuk beynine oranla daha az oksijen ve glikozdan yararlanır. Yani hiperaktif çocuğun beyninde daha az sinir hücresi etkindir. Bu çok ilginç. Oysa bu tür çocuklar beyinlerini yeni ifade biçimleri için kullanırlar. Bu doğru ama orta beyindeki uyarım sistemi aşırı gelişmiş olduğundan sürekli dopamin salgısı üreterek yoğun dikkat durumu yaratır. Ne var ki ön beyin sürekli uyarımlar nedeniyle doğru işlemez. Sinirsel yapılar devamlı "yeniden yapılan" komutu aldıkları için sabitleşemiyor. Ve bu süreç Ritalin ilacıyla düzeltilmeye çalışılıyor. İlke olarak öyle. Ritalin kısa vadede dopamin akımını durdurduğu için çocuğun konsantrasyon yetisi bir ölçüde düzelir.

    BU İYİ BİR ŞEY Mİ?
    Hayır. Gerçi Ritalin sayesinde çocuklar daha iyi konsantre oluyor, daha sakin davranıyorlar vb. Ama araştırma sonuçlarının da gösterdiği gibi, ilaç aynı zamanda insanlardaki uyarım etkisini de köreltiyor. Buna rağmen mucize ilaç olarak sunulan Ritalin'e alternatif olabilecek ilaçlar araştırılmıyor. Amerika'daki bazı okullar özellikle Ritalin çocuklarını tercih ediyorlar; çünkü öğretmenlere daha fazla zahmet veren çocuklardan 400 dolarlık ek bir ücret talep edilmekte. Almanya'daki doktorlar da önemli ölçüde Ritalin yazıyorlar.

    EĞER İLACIN ETKİSİ OLUMLUYSA, DOKTORLARIN İLACI ÖNERMELERİNDE NE GİBİ SAKINCA OLABİLİR Kİ?
    Beni uzun vadede ortaya çıkan sonuçlar düşündürüyor daha çok. Farelerle yaptığımız deneylerde Ritalin ilacındaki metilfenidat maddesinin yavrularda daha farklı etkilediğini gördük. Hayvanlara buluğ çağından önce Ritalin verildiğinde beyinleri sağlıklı gelişmiyor. Dopamin salgılayan hücreler daha az çatallaşıyor. Oysa aynı madde yetişkin hayvanların beyninde yapısal değişimlere neden olmadı.

    BU DENEYLER İNSAN İÇİN NE İFADE EDEBİLİR?
    Gelişmekte olan beynin, yetişkin beyinle aynı biçimde tedavi edilemeyeceğini gösteriyor. Sonuçta hiç kimse Ritalin'in uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmiyor. Tedavi edilenlerin çoğu bugün henüz 20 yaşında. Burada önemli olan dopamin üreten hücrelerdeki çatalların ileri yaşlarda inceliyor olması. Hareketten sorumlu bölgelerde çok fazla inceldiğinde Parkinson belirtileri görülebilir. Eğer Ritalin fare deneylerinde de gördüğümüz gibi sinir sisteminin sağlıklı gelişimini engelliyorsa, olumsuzluklar 70 değil 40 yaşında başlayabilir. Bu yüzden Parkinson hastalarının artmasından endişeleniyorum.

    RİTALINE KARŞI NE GİBİ ALTERNATİFLER VAR?
    Çocuklar, yalnızca ilaçla düzelebileceklerini düşünmek yerine sorunlarını kendi kendilerine çözebilmeyi öğrenmeliler. Beyin ancak bu şekilde yeniden organize olur. Bu duruma gelebilmesi için de terapotik yardıma ihtiyac vardır; tüm uyarılar, azarlamalar ve ana babaların sinirlenmeleriyle hiçbir yere gelinmez. Ne yazik ki bu konu yeterince araştırılmıyor. Dünya çapında Ritalin'in etkisini anlatan yarım milyon rapor yayımlandı, fakat uygun bir psikoterapi olanağıyla sadece birkaç bin kişi ilgileniyor.

    BAZI ÇOCUK DOKTORLARI ÇOCUKTAN ESIRGENEN RİTALİN'İN, GÖZLERI BOZUK OLAN ÇOCUĞA VERİLEN BİR GÖZLÜK KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU SAVUNUYORLAR. RİTALİN'İ GEREKLİ BULDUĞUNUZ DURUMLAR YOKMU HİÇ?
    Çocuklar ağır davranış bozukluklarıyla okula başladıklarında Ritalin bazılarını gerçekten de koruyor. Çünkü psikoterapi, davranışları birkaç gün içinde değiştiremez. Çocuk kendisini her zaman farkli biçimlerde ifade ettiği için sinirsel uyarımlar buna göre sabitleşmiştir. Ve şimdi birden bire beyninden farkli bir biçimde yararlanması istenir.

    ÇOCUKLARIN BEYİNLERİNDEN EN IYI ŞEKİLDE YARARLANMALARI NE ŞEKİLDE ÖĞRETİLEBİLİR?
    Her seyden önce yeni davranış motiflerini öğrenebilmeleri için yoğun terapotik bakıma ihtiyaçları var. Ritalin tek başına yeterli değil, sadece tedavi başlangıcında beyinde yeni uyarımların oluşmasına ve yetersiz gelişmiş olanların sabitleşmesine yardımcı olur. Hatta ilaç cçocuklara belki de yeterli uyarım kontrolüne sahip işlevsel bir ön beyin geliştirmelerine yardımcı olabilir. Fakat eğer başarılı olamazlarsa, yaşamları boyunca davranış bozukluğu sergileyen kişiler olarak toplum dışına itilebilirler. Ve bu durum ileride uyuşturucu bağımlılığına da bir zemin oluşturur. Almanya'daki duruma bakacak olursak, hiperaktif çocukların terapotik tedavi görmeden Ritalin kullandıkları ortaya çıkıyor. Bu Almanya'daki ilaçların kontrolsuz yazıldığını gösteriyor. Mesela İsveç'te olduğu gibi daha katı yasaların uygulanmasi gerekir. Orada sadece bazı seçilmiş uzman doktorlar yazabiliyor Ritalin'i. Üstelik ayrıntılı bir tedavi planıyla birlikte her hafta yeni bir ara rapor yazarak gerektiğinde yeni reçete düzenlemeleri de zorunlu.

    PEKİ, HİPERAKTİF ÇOCUKLARIN ARTISINI, KONTROLSUZ İLAÇLARA BAĞLAYABİLİRMİYİZ?.
    Hayır. Hiperaktif çocuklar her zaman vardı. Fakat eskiden din ya da toplumsal sınıflar gibi son derece katı sosyalleşme kosulları, ön beyin yapısını ve çocuk kişiliğini biçimlendiriyordu. Bugün bunların tümü etkisini yitirdi, eğitimde bazı değişikler oldu. Geçmişte hiçbir dönemde, birden bire bebeğiyle baş başa kalan ve nasıl davranacağını bilemeyen güvensiz ebeveynler yoktu. Sonuçta bircoğu büyük aile yapısından gelen genç ana babalar, kısmen de olsa kardeşlerinin bakımlarını üstlendiklerinden ana babalığa daha iyi hazırlaniyorlardı. Ama bugün kendi rollerini bile doğru dürüst yerine getiremeyen ana babalar hiperaktif bir çocukla nasıl başa çıksınlar?

    İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ YÜZYIL İÇİNDE YENİDEN BÜYÜK AİLEYE DÖNÜŞ YAŞANMAYACAĞINA GÖRE NE GİBİ ÇÖZÜMLER ÖNERİRSİNİZ?
    Bizlerin ana baba okullarına gereksinimiz var. Burada davranışlarla ilgili sınırlamalar ya da çocukları yeni görevlere hazırlamak gibi ana kurallar öğretilebilir. Iyi bir anne, çocuğunun her zaman yeni sorunlarla karşılaşmasını sağlayıp onlarla nasıl başa çıkılabileceğini öğretebilmeli. Ön beyin ancak bu şekilde sağlıklı bir biçimde gelişebilir. Günümüz çocukları zamanlarının büyik bir kısmıni yuvalarda ya da bakıcılarla birlikte geçiriyorlar. Onlar arasında da sağlıklı ilişkiler kurulabilir. Tabii aynı anda kırk çocukla ilgilenmek zorunda kalmazlarsa. Biz yetişkinlere uygun bir dünya yaratırken çocuk haklarını unuttuk. Eğer bu durumu bir an önce değistirmezsek, saldırganlıklar ve şiddet hızla artacaktır. Aslında çocuklar davranış bozukluğunu yansıtan bir ayna tutuyorlar bize... Buraya bakarak çocuk beynindeki gelişmenin kendiliğinden işlemediğini kavrayamıyorsak, hata yaptığımızı görebiliriz.

    Kaynak: Spiegel, sayi11/2002

     

     

    Yeni kuşak çocuklar, anne-babaları fena halde zorluyor. Kimine hiperaktif teşhisi konulurken, kimi aileler de, çocuklarının yeni çağın çocukları, indigo çocuklar olduğunu düşünüyor.

    Eskiden yerinde duramayan çocuklar vardı, düz duvara tırmanır, oradan oraya atlar, iki dakika yerlerinde duramazlardı; biz de onlara yaramaz, haşarı çocuklar derdik. “ İnatları tutar,gözünüzün içine baka baka yapacaklarını yaparlar, dur duraktan anlamaz, bildiklerini okurlardı. Arkalarından oklavayla kovalanan, terlik fırlatılan çocuklar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de öyle bilmiş bilmiş konuşurlardı ki, apışıp kalırdınız. Ne kadar yaka silkilse de, içten içe sevilirler, yaramazlıkları zekalarına yorulurdu.

    Gel zaman git zaman, bu haylaz çocukların anlatıldığı eski filmler, gündüz kuşağında yer almaya devam etmesine rağmen, bizler sınıfta huzuru bozan, rahat durmayan ve öğretmenleri tarafından zaptedilmeyen çocuklardan söz edildiğini duymaya başladık. Dikkatlerini toplayamıyorlar, dolayısıyla derslerinde de başarılı olamıyorlardı.

    86’dan beri tartışılıyor

    Yerinde duramayan, yaşından önce ya da geç konuşan, daha şimdiden bir birey olduğunun farkında olan, kuyruğa girmeye tahammül edemeyen bir çocuğunuz varsa, “ hiperaktif” teşhisi konabilir. Ama belki de çocuğunuz milenyumla beraber duymaya başladığımız bir “indigo’dur”

    İndigo çocuk kavramı dünyada 1986 yılından beri tartışılmasına rağmen, ülkemizde son yıllarda duyulmaya başladı. Onlar olaylara farklı bakan, bebek muamelesinden hoşlanmayan ve körü körüne emirlere uymayı reddeden bir kuşak ve bu halleriyle çocukları kontrol altında tutan klasik eğitim anlayışına direniyorlar. İndigo çocukların bir kurala uymasını sağlamak imkansız değil, ama öncelikle onlara bunun nedenlerini birer birer açıklamanız gerekiyor.Çok küçük yaşlarda bile onlarla herşeyi konuşmak zorundasınız. Aksi takdirde sonuna kadar direniyorlar, hatta hırçınlaşıyorlar.

    Bu çocuklara genellikle hiperaktif teşhisi konuluyor. Ama hiperaktif çocukların aksine indigo çocuklarda dikkat güçlüğüne ve öğrenme bozukluğuna rastlanmıyor.

    Onlar sadece olaylara kendi bakış açılarından yaklaşıyorlar. Mercek altına alınan bir diğer konu da hiperaktif çocukların tedavisinde kullanılan ritalin adlı ilaç. Uzmanlar hiperaktiflik teşhisinin öyle kolay kolay konmadığını, onlarca test ardından tedaviye başlandığını iddia ediyor. İlacın karşıtlarıyla, Ritalin in sadece bir yara bandı işlevi gördüğünü, çocuğu daha sakin ve dengeli yaptığını, ama gerçekten büyümeyi ve ona eşlik eden bilgeliği ertelediğini iddia ediyor.

     

     

     

    Sevgili Ebeveynler,

    Bu köşemiz gercekte yaşanmış zorluklardan yola çıkılarak, bizim gerçek hikayelerimize ayrılmıştır.. Ben sizlere bir örnek olarak kendi hikayemizi aşağıya yazıyorum.. Eminim sizlerinde aşağı yukarı buna benzeyen hikayeleriniz vardır.. Eğer sizlerinde yaşanmış hikayeleriniz varsa, ebeveynlerimize ayrılan bu köşede kendi hikayelerinizi yazabilirsiniz.. uzunluğu veya kısalığı hiç önemli değil, önemli olan sizlerin duyarlilikla kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi rahatlıkla ifade edebilmenizdir!..

     

     

    Kaynak : http://hiperaktivitece.blogcu.com/page5 

  2. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    mith
    mith's avatar
    Kayıt Tarihi: 10/Eylül/2005
    Erkek
    uyuşturucuyu bilmem ama antidepresan benim için bulunmaz nimet

    Prozac Fan
  3. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    kotusirine
    kotusirine's avatar
    Kayıt Tarihi: 01/Haziran/2007
    Dişi

    Yazını baştan sona kadar okuyamadım bi özetlermisin ? ama başlık için Katılırım.. Akıl hastanesinde

    uyuşturucu bağımlısı hastaya direk eroin kokain veremezler ama bir yeşil reçete tabi tutulan ilaçlar çok kolay verebilir.

    Dr. bu tür hastalar doktor kontrolunde uyşturucuyu el altından deilde eroin kokain vs Reçete ile alır. ama sonuç itibariyle aynı yerde buluşuyor..  Pek bi farkı yok

    Burdan Uyuşturucuya hayır..!!(:

     

  4. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    Lemuria
    Lemuria's avatar
    Kayıt Tarihi: 14/Haziran/2006
    Erkek
    olum yine sen , yine kimyasal .. yetmedimi bir ay :P

    dont think twice its all right
Toplam Hit: 7527 Toplam Mesaj: 4