folder Tahribat.com Forumları
linefolder Bilim Teknik Teknoloji
linefolder Öğrenildiğinde Ufku İki Katına Çıkaran Şeyler



Öğrenildiğinde Ufku İki Katına Çıkaran Şeyler

  1. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    Meczup
    1049
    1049's avatar
    Kayıt Tarihi: 04/Ağustos/2005
    Homo

    Adanalı ya da yolu Adanaya düşmüş müritler bilirler. Duygu Cafe durağı denir. İşte o durağın hemen ilerisinde park vardır. Özellikle akşamüstü saat 4-5 gibi yaşlılar gelmeye başlarlar. Köpeği olan insanlar genelde o saatlerde ve sonrasında köpeklerini yürüyüşe çıkarttıklarında o banklarda oturup dinlenirler. Ara ara çiftler gelirler. Genelleme yapacak olursak ya hüzünlüdür bu çiftler ya da çok mutlu. Yani ya bir şeyin başlangıcı oluyodu o banklar ya da sonu öyle diyim.

    Ben çok sık giderdim orada oturmaya. Bazen yalnız olurdum bazense yanımda birkaç arkadaş olurdu. Bu detay aslında çok önemli değil. Kimle nasıl ne şekilde olduğum yani. Neyse sözüm ona oraya her oturduğumda ufkum iki katına çıkarmış gibi olurdu. Sebebini de kısaca özetleyeyim. İnsanlar sürekli farklı olduklarından bahsederler. Ben özelim düşüncesindeki alter ego göğsünü gere gere dolaşır ama gerçekte öyle miydi bu durum? İşte bunu analiz ediyodum. İlk başta yalnız başladım bu işe. Oturuyorum banka ve gelip geçen insanlara bakıyorum. Yüzlerindeki telaş, endişe, mutluluk, heyecan, hüzün gibi ifadeleri seçmeye, takındığı tavırları incelemeye koyuluyorum derken yine tüm bunlarla birlikte giyim kuşam ve yürüyüş şekillerinden çalışma koşulları, işleri ve sosyal statüleri hakkında fikir yürütmeye çalışıyorum. Bu bende hobi olarak başlayıp alışkanlığa dönüştü. Birkaç arkadaşıma daha bulaştırdım ve artık birden fazla insan olarak gözlerimizi yoldan geçenlere dikmiş onlar hakkında fikirler yürütmeye başlamış bir halde bulduk kendimizi. 

    Bu insanlardan kimileriyle tanışma, sohbet etme imkanı bulduk ve farkettik ki dışarıya yansıttıklarının yüzde doksanı yüzde doksan beşi içeridekiyle aynı insanlar. Kendimizle gurur da duyduk hüzünlendik de. Onbirlerce farklı insan hayal et. Farklı yaşlardan, renklerden, dillerden ve farklı ekonomik gelire, sosyal çevreye sahip bu insanlar dışardaki görünümleriyle gerçek hayatta yüzde doksan beşe kadar uyuşurken diğer tüm insanlarla da aynı oranda uyuşuyorlardı. 

    Peki farklılık neredeydi? Hani neydi bizi diğerlerinden farklı kılan? Diğer canlıları kastetmiyorum burada kastettiğim diğer insanlar yani. Uzunca düşünüp bunun araştırmasına giriştik. Mesela genelde insanların bu tip bu durum karşısında iki bilemedin üç açıklaması olur. Mesela belli bir konuda çok uzmandır, süperdir ve bu onu o sebepten özel kılar. Peki kime göre? Aynı eğitim/öğretim sürecindeki bir insan aynı noktaya erişemez miydi? Pek âla bir şekilde erişebileceğini düşünüyorum ben. Bir diğeri de şeydir mesela. Kesin olarak açıklanamaz bu özel olma özelliği. Histir o. E tabi herkesin şahsına münhasır bir bilinci olduğundan dolayı ister istemez diğer insanlarla bi noktada ayrışıyorsun ama bu özel olmak değil be abim değil be güzel ablam.

    Neyse aslında demek istediğim nokta şu: insanların farklı olmadığını farkettiğim gün ufkum iki katına çıkmıştı.


    dudaklarına değen yağmur bir parça rujundan çalar. dudaklarına değen yağmur bile, bir parça rujundan çalar. benim değemediğim o dudaklarına değen yağmur, bir parça rujundan çalar. // bi gün buralarda yeni bir ağaç yeşerecek ve biz gölgesinde mürekkepler tüketeceğiz //
  2. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    Lotus
    Lotus's avatar
    Kayıt Tarihi: 22/Eylül/2012
    Homo
    1049 bunu yazdı

    Adanalı ya da yolu Adanaya düşmüş müritler bilirler. Duygu Cafe durağı denir. İşte o durağın hemen ilerisinde park vardır. Özellikle akşamüstü saat 4-5 gibi yaşlılar gelmeye başlarlar. Köpeği olan insanlar genelde o saatlerde ve sonrasında köpeklerini yürüyüşe çıkarttıklarında o banklarda oturup dinlenirler. Ara ara çiftler gelirler. Genelleme yapacak olursak ya hüzünlüdür bu çiftler ya da çok mutlu. Yani ya bir şeyin başlangıcı oluyodu o banklar ya da sonu öyle diyim.

    Ben çok sık giderdim orada oturmaya. Bazen yalnız olurdum bazense yanımda birkaç arkadaş olurdu. Bu detay aslında çok önemli değil. Kimle nasıl ne şekilde olduğum yani. Neyse sözüm ona oraya her oturduğumda ufkum iki katına çıkarmış gibi olurdu. Sebebini de kısaca özetleyeyim. İnsanlar sürekli farklı olduklarından bahsederler. Ben özelim düşüncesindeki alter ego göğsünü gere gere dolaşır ama gerçekte öyle miydi bu durum? İşte bunu analiz ediyodum. İlk başta yalnız başladım bu işe. Oturuyorum banka ve gelip geçen insanlara bakıyorum. Yüzlerindeki telaş, endişe, mutluluk, heyecan, hüzün gibi ifadeleri seçmeye, takındığı tavırları incelemeye koyuluyorum derken yine tüm bunlarla birlikte giyim kuşam ve yürüyüş şekillerinden çalışma koşulları, işleri ve sosyal statüleri hakkında fikir yürütmeye çalışıyorum. Bu bende hobi olarak başlayıp alışkanlığa dönüştü. Birkaç arkadaşıma daha bulaştırdım ve artık birden fazla insan olarak gözlerimizi yoldan geçenlere dikmiş onlar hakkında fikirler yürütmeye başlamış bir halde bulduk kendimizi. 

    Bu insanlardan kimileriyle tanışma, sohbet etme imkanı bulduk ve farkettik ki dışarıya yansıttıklarının yüzde doksanı yüzde doksan beşi içeridekiyle aynı insanlar. Kendimizle gurur da duyduk hüzünlendik de. Onbirlerce farklı insan hayal et. Farklı yaşlardan, renklerden, dillerden ve farklı ekonomik gelire, sosyal çevreye sahip bu insanlar dışardaki görünümleriyle gerçek hayatta yüzde doksan beşe kadar uyuşurken diğer tüm insanlarla da aynı oranda uyuşuyorlardı. 

    Peki farklılık neredeydi? Hani neydi bizi diğerlerinden farklı kılan? Diğer canlıları kastetmiyorum burada kastettiğim diğer insanlar yani. Uzunca düşünüp bunun araştırmasına giriştik. Mesela genelde insanların bu tip bu durum karşısında iki bilemedin üç açıklaması olur. Mesela belli bir konuda çok uzmandır, süperdir ve bu onu o sebepten özel kılar. Peki kime göre? Aynı eğitim/öğretim sürecindeki bir insan aynı noktaya erişemez miydi? Pek âla bir şekilde erişebileceğini düşünüyorum ben. Bir diğeri de şeydir mesela. Kesin olarak açıklanamaz bu özel olma özelliği. Histir o. E tabi herkesin şahsına münhasır bir bilinci olduğundan dolayı ister istemez diğer insanlarla bi noktada ayrışıyorsun ama bu özel olmak değil be abim değil be güzel ablam.

    Neyse aslında demek istediğim nokta şu: insanların farklı olmadığını farkettiğim gün ufkum iki katına çıkmıştı.

    insanların yarısı iç sesini dinleme, içinde hesaplaşma, kendini eleştirme, çevreyi anlayabilme, empati kurma yeteneklerinden mahrum oldukları için insanların diğer yarısından ayrılıyorlar, yani kimsenin özel olmadığını söylemek yanlış bana kalırsa, mahallendeki bakkal amcanın üzerine düşünmediği insanlığın nereden geldiği sorunsalını senin düşünmen aranızdaki farkı oluşturuyor, dediğim gibi her insan aynı vasıflarla gelmiyor dünyaya, çoğunluk derinlemesine düşünme ve en önemlisi empati kurma özelliğinden yoksun

  3. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    NaZi_
    NaZi_'s avatar
    Kayıt Tarihi: 15/Şubat/2010
    Erkek

    “İnancı, hiçbir yerden düşmemiş bir tepsinin içinde, sıkıca bağlı bir paket gibi veriyorlar. Paketi almam isteniyor, ama açmaksızın. Bilim, bomboş bir kitabın sayfalarını açmam için tabak içinde uzattıkları bir bıçak. Kuşkuyu bir kutunun dibindeki toz gibi uzatıyorlar; iyi ama, içinde tozdan başka bir şey yoksa o kutuyu neden önüme sürüyorlar ki?”

    Fernando Pessoa


    Kendimi bir akşam toplumun ete kemiğe bürünmüş hali ile yemeğe çıkarken hayal ediyorum şimdi; yemekler gelmiş ve çiğnemeye devam ediyoruz. Tam o sırada topluma doğru bakıyorum, ben aseksüel olmaya karar verdim, diyorum ve toplumun yüzü düşüyor. Başlıyor neden ve sonuçlarını sorgulamaya, felaket senaryoları anlatmaya ve yer yer yaftalamaya. Hayal ediyorum, yerimden kalkıyorum ve masanın etrafında bir yarım tur atıyorum, artık toplumun yanı başında, tabiri caizse ensesindeyim. Bir kolumu masaya dayıyorum ve kısa kollu tişörtümden uzanan kollarım yılların emeği sonucu bir kas yığını şeklinde, tam da toplumun bakacağı yerde duruyor. Kulağına doğru eğiliyorum ve şöyle diyorum; desene sen her bi sikimi çok iyi biliyorsun lan ?!
  4. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    Kaan
    Kaan's avatar
    Kayıt Tarihi: 23/Mayıs/2007
    Erkek
    1049 bunu yazdı

    Adanalı ya da yolu Adanaya düşmüş müritler bilirler. Duygu Cafe durağı denir. İşte o durağın hemen ilerisinde park vardır. Özellikle akşamüstü saat 4-5 gibi yaşlılar gelmeye başlarlar. Köpeği olan insanlar genelde o saatlerde ve sonrasında köpeklerini yürüyüşe çıkarttıklarında o banklarda oturup dinlenirler. Ara ara çiftler gelirler. Genelleme yapacak olursak ya hüzünlüdür bu çiftler ya da çok mutlu. Yani ya bir şeyin başlangıcı oluyodu o banklar ya da sonu öyle diyim.

    Ben çok sık giderdim orada oturmaya. Bazen yalnız olurdum bazense yanımda birkaç arkadaş olurdu. Bu detay aslında çok önemli değil. Kimle nasıl ne şekilde olduğum yani. Neyse sözüm ona oraya her oturduğumda ufkum iki katına çıkarmış gibi olurdu. Sebebini de kısaca özetleyeyim. İnsanlar sürekli farklı olduklarından bahsederler. Ben özelim düşüncesindeki alter ego göğsünü gere gere dolaşır ama gerçekte öyle miydi bu durum? İşte bunu analiz ediyodum. İlk başta yalnız başladım bu işe. Oturuyorum banka ve gelip geçen insanlara bakıyorum. Yüzlerindeki telaş, endişe, mutluluk, heyecan, hüzün gibi ifadeleri seçmeye, takındığı tavırları incelemeye koyuluyorum derken yine tüm bunlarla birlikte giyim kuşam ve yürüyüş şekillerinden çalışma koşulları, işleri ve sosyal statüleri hakkında fikir yürütmeye çalışıyorum. Bu bende hobi olarak başlayıp alışkanlığa dönüştü. Birkaç arkadaşıma daha bulaştırdım ve artık birden fazla insan olarak gözlerimizi yoldan geçenlere dikmiş onlar hakkında fikirler yürütmeye başlamış bir halde bulduk kendimizi. 

    Bu insanlardan kimileriyle tanışma, sohbet etme imkanı bulduk ve farkettik ki dışarıya yansıttıklarının yüzde doksanı yüzde doksan beşi içeridekiyle aynı insanlar. Kendimizle gurur da duyduk hüzünlendik de. Onbirlerce farklı insan hayal et. Farklı yaşlardan, renklerden, dillerden ve farklı ekonomik gelire, sosyal çevreye sahip bu insanlar dışardaki görünümleriyle gerçek hayatta yüzde doksan beşe kadar uyuşurken diğer tüm insanlarla da aynı oranda uyuşuyorlardı. 

    Peki farklılık neredeydi? Hani neydi bizi diğerlerinden farklı kılan? Diğer canlıları kastetmiyorum burada kastettiğim diğer insanlar yani. Uzunca düşünüp bunun araştırmasına giriştik. Mesela genelde insanların bu tip bu durum karşısında iki bilemedin üç açıklaması olur. Mesela belli bir konuda çok uzmandır, süperdir ve bu onu o sebepten özel kılar. Peki kime göre? Aynı eğitim/öğretim sürecindeki bir insan aynı noktaya erişemez miydi? Pek âla bir şekilde erişebileceğini düşünüyorum ben. Bir diğeri de şeydir mesela. Kesin olarak açıklanamaz bu özel olma özelliği. Histir o. E tabi herkesin şahsına münhasır bir bilinci olduğundan dolayı ister istemez diğer insanlarla bi noktada ayrışıyorsun ama bu özel olmak değil be abim değil be güzel ablam.

    Neyse aslında demek istediğim nokta şu: insanların farklı olmadığını farkettiğim gün ufkum iki katına çıkmıştı.

    Detay veremem ama o parkin amk... 

  5. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    absconder
    absconder's avatar
    Kayıt Tarihi: 04/Temmuz/2015
    Erkek

    beklenen büyük istanbul depremi

    bu realite ile ilgili, en anlaşılabilir ve tatmin edici bilgileri yine sözlük yazarı olan bayermuhen 2 güzel entry ile açıklamış. yeterli ilgiyi görmediğini düşünerek, daha çok okunacağını düşündüğüm bu başlığa yazıları uzun uzun eklemeye karar verdim. bunun yanında bir diğer sözlük yazarı goruntukaybı'nın (bkz: #25899966) numaralı yazısından da yararlandım.

    (bkz: #27683473) (bkz: #33329026)

    "bilimsel olarak size laflar hazırladım. deprem hakkında hiç bir fikir sahibi olmayan, fay hattının sadece adını bilen kardeşlerim, gelin size her şeyi açıklayayım.

    neden uzmanlar istanbul'da büyük bir deprem bekliyor? aynı fay üzerinde olmasına rağmen neden uzmanlar adapazarı'nda ya da düzce'de veya bolu'da değil de istanbul'da deprem bekliyor? neden istanbul'da beklenen depremin büyük olacağı söylenir başlıktan da anlaşılacağı üzere? istanbul metropol olduğundan, istanbul'da deprem beklemenin daha matah bir şey olmasından değil. pek çoğunuzun yaşadığı bu şehir hakkında bilmeniz gerekenleri size herkesin anlayabileceği bir dille izah edeceğim. 

    öncelikle baştan başlayayım. ayağımızı bastığımız yerin derinlerinde magma var. bu magma sıvıya yakın bir madde. haliyle anakara bunun üzerinde yüzüyor fakat anakara dediğimiz şey tek bir parça değil. pek çok levhadan oluşuyor. bunlardan bir tanesi de anadolu levhası. bu levlar uzaydan bakıldığında birbiryle birleşik gibi görünse de birleşik değil. milyonlarca yıl önce tek parçaymış ama parçalana parçalana bugünki haline gelmiş. arabistan levhası, afrika levhası, anadolu levhası, avrasya levhası bunlar birbirinden ayrı ve bağımsız kara parçalarıdır. birbirine temas eden bu levlar arasındaki sınır niteliği taşıyan derin yarıklara (kırıklara) fay hattı denir. 

    dünyanın çekirdeğini dışı sıvı (7000 santigrad) içi katı (7300-7500 santigrad) halde ve saf demirden oluşuyor. bu çekirdek magmayı ısıtıyor ve konveksiyon akımları oluşturuyor (bir tencerede kaynayan su gibi düşünün. orada da etkili olan kuvvet aynı; konveksiyon akımları) bu akımlarda üsterinde bulunan kıtaları iterek hareket ettiriyor. bizim anadolu levhamızı da alttan arabistan levhası ve afrika levhası itiyor.

    bu resme bakarsanız türkiye'nin fay hatlarını görebilirsinz.

    resimde north anatolian fault dediği kuzey anadolu fay hattıdır. o hattın üst kısmı avrasya levhası, alt kısmı da anadolu levhasıdır. üst kısım sabittir, hareket edemez. haliyle bizim anadolu levhası büyük stres altında kalarak batıya doğru hareket eder. bu hareket senede 3 ila 5 cm arasındadır. bazen fay hattında takılmalar olur ve itildiği için hareket etmesi gereken levha hareket edemez. basınç iyice artar ve bir anda aniden fayın birbirine takılan yüzeyi kırılıp fay bir anda 2-5 metre ileri atar kendini. yani levya 100 senede yavaş yavaş gitmesi gereken 2 metrelik yolu 30 saniyede alır ve bu da büyük sarsıntılara yol açar. işte 17 ağustos gecesi tam olarak olan budur. atım 4-5 metre olmuştur ve süreç 45 saniyedir. bir ağacın dalı üzerine kar birikir birikir ve aniden çatırt diye kırılır ve ağacı çok pis sallar. deprem de bunun aynısıdır. 

    işte geldik zurnanın zırt dediği yere. bir fay hattı üzerinde bazen logaritmik büyüklüklerde aynı eksenli depremler oluşur. bu depremler için periyodiktir denebilir. bu tip depremlere deprem fırtınası denir. yani bir fay hattının bir ucunda büyük bir deprem olur. bir kaç on sene sonra az ilerisinde, sonra az ilerisinde derken belirli aralıklarla depremin bir fay hattı boyunca tren gibi ilerlediği görülür. işte biz buna deprem fırtınası deriz. 

    dünyada deprem fırtınasının en bariz örneklerinden biri kuzey anadolu fay hattı üzerinde görülmektedir.

    sadece aletsel dönem olan 1930 sonrasını ele aldığımızda kuzey anadolu fayındaki deprem fırtınasını inceliyoruz. ha bu arada fay hatlarını da tek bir bütün olarak düşünmeyin. fay hatları da uc uca eklenmiş kibrit çöpleri gibidir. ama parça parçadır. her bir parçaya segment denir. deprem olduğunda genelde sadece bir segment kırılır. 17 ağustos depreminde izmit segmenti kırılmıştır. segmentin bir ucu yalova da, diğer ucu adapazarında olduğu için depremde asıl sarsıntıyı yalova-izmit-adapazarı yaşamıştır ve bu yüzden 17 ağustos depremi hem gölcük hem izmit hem de apazarı depremi diye anılmıştır.

    işte deprem dizileri bir fay hattını oluşturan bir segmentte başlar ve segment segment zıplayarak devam eder.

    kuzey anadolu fayı üzerindeki deprem fırtınasına gelirsek. bu deprem fırtınası 7 nin üzerindeki depremler için ele alınmıştır.

    aletsel dönemden başlıyoruz.

    1939 yılında kuzey anadolu fayının en uç kısmında erzincan depremi oldu. depremin büyüklüğü 7.9 idi. erzincan depremin olunca haliyle erzincan segmentindeki enerji boşaldı. bu enerji nereye gitti dersiniz? bu enerjinin bir kısmı titreşime dönüşerek dünyayı titretti. bir kısmı da fay hattı doğu-batı yönünde burulduğu için hemen batıdaki segmentte depolandı. bu erzincan'ın batısı için felaket demekti. yani kısacası segment üzerindeki enerjiyi tıpkı bir bayrak yarışı gibi hemen batısındaki segmente aktardı.

    aradan 4 yıl geçmiştiki erzingan segmentinden aktarılan enerji hemen batıdaki niksar segmentinde ortaya çıktı. sene 1942, niksar 7.0 lık bir depremle yerle bir oldu. 

    tabi niksar segmenti de aynı bayrak oyununa devam etti ve elindeki enerjiyi hemen batısında bulunan tosya-ladik segmentine verdi. niksar depreminin üzerinden bir yıl geçmiş, sene 1943 olmuştu. tosya-ladik arası 7.2lik bir depremle sallandı. bu segmentteki enerji de hemen batısındaki gerede-bolu segmentine aktarıldı.

    1944 senesinde bolu-gerede 7.2lik bir depremle sallandı. enerji yine her zamanki gibi batıya kaçtı. çünkü arap levhası güzel anadolumu batıya ittiriyordu. 

    aradan 13 sene geçmişti ki bolu gerede segmentinin hemen bitişiğindeki bolu-abant segmenti 1957 senesinde 7.1lik bir magnitüdle kırıldı.

    takvimler 1967 senesini gösterdiğinde tıpkı bir tsunami gibi ilerleyen deprem fırtınası apadazarı'nda ortaya çıktı. adapazarı 7.2lik bir depremle yıkıldı.

    yine uzun yıllar deprem olmadı. deprem izmit segmentini 1999 senesinde 7.4lük bir depremle yerle bir etti. bu kısmı zaten hepimiz biliyoruz.

    her depremden sonra açığa çıkan enerji jeofizik mühendisleri tarafından modellenerek haritası çıkarılır. deprem olan segmentte enerji kalmaz, o segmentte bir daha kolay kolay deprem olmaz uzun yıllar. ama tüm enerji segmentin ucundaki diğer segmentlere kayar. 

    1939 ve 1957 depremleri arası. bakın nasılda her bir depremden sonra bütün enerji segmentin diğer ucuna birikip o bölgeleri tehlikeye atıyor.

    1992 yılına ait bir modelleme sisteminde enerji son olarak izmitte birikmiştir.

    izmit segmenti, üzerindeki enerjiyi nere verdi dersiniz? tabiki istanbul'da adaların altından geçen marmara denizi segmentine. bildiğin google earth'te bile bariz bir şekilde, marmara denizinin altında hemen görülebiliyor bu fay hattı (marmara segmenti). işte o koyu kısım.

    işte sevgili dostlarım, uzmanların istanbul deprem bekleme sebebi budur. uzmanların istanbulda büyük bir deprem bekleme sebebi de bu deprem fırtınasının 7nin üzerinde oluşudur. 

    bazı arkadaşlar şöyle düşünebilir." deprem erzincandan başlayarak izmite kadar geldi, sonra izmitte yön değiştirerek tekrar doğuya yöneldi. 17 ağustos depreminden sonra meydana gelen 7.2lik düzce depreminin de sebebi budur." 

    hepiniz merak ediyorsunuz, 17 ağustos depreminden sonraki modelleme çalışmasını.

    burada, 12 bar enerji düzce'ye birikmiş. sonrasında bu enerji düzce depremiyle göç etti doğuya. peki ya gebze'de biriken o enerji nerde? işte o enerji istanbul segmentinde sevgili kardeşlerim. çok fazla ömrü kalmadı, yakında deprem olacak. ama izmit, adapazarı ve yalova da deprem olmaz 200 yıl. şu an marmara bölgesinin en güvenli yerleri buralar. istanbul bıçak sırtında.

    istanbul segmentinin kurtuluşu yok. bak aradan da 13 sene geçmiş. bence en fazla 5-6 senesi var. siz siz olun marmara kıyılarında uzaklaşın. özellikle pendik, maltepe, kartal kıyılarında oturanlarla zeytinburnu, bakırköy ve avcılar kıyılarında oturanlar kuzeye kaçsın. 17 ağustos depreminde avcılar, depremin odak noktasına zeytinburnundan, kadıköyden ve bakırköyden daha uzak olmasına rağmen daha çok zarar gördü. sebebi söylendiği gibi avcıların zemininin sağlam olmaması değil yansıyan ve kırılan deprem dalgalarının tamamen tesadüfi olarak avcılarda çarpışması idi. yani dalgalarının ne zaman nere çarpışacağı belli olmaz, kıyılardan uzukta durmakta fayda var.

    not: kuzey anadolu fay hattı bingöl'den başlar ve istanbul'u geçerek ege denizine (saros körfezi) kadar ulaşır. bu hat boyunca onlarca segment vardır ve bu segmentlerden sadece iki tanesi son yüzyılda kırılmamıştır. birisi yedisu segmentidir diğeri doğu marmara (adaların altı) segmentidir." (bkz: #27683473)

    "öncelikle depremin ve fay hattının ne manaya geldiğini açıklamak lazım. dünya üzerindeki bütün tektonik aktivitelerin tek nedeni dünyanın bir ateş topu halinde olmasıdır. bildiğimiz güneş gibi, diğer yıldızlar gibi ateş topundan bir gezegendir dünya, tek farkı dışındaki ince, kabuk dediğimiz ve üzerinde gezip yürüdüğümüz kısmın soğumuş olması. dıştan içe doğru soğuyor dünya. dünyayı ele aldığımızda soğumuş kısımla soğumamış kısmın oranı bir portakalın kabuğuyla içindeki yediğimiz meyve kısmının oranı kadar. yani gezegene göre kabuk çok ince. yanan kısımda çok büyük bir ısı var, bu da manyetik alanların ve elektrik akımlarının meydana gelmesine neden oluyor. bu manyetik alan ve konveksiyon akımları denen elektrik akımları kabuğun farklı yönlere hareket etmesine neden oluyor. eskiden tüm kıtalar sadece afrika levhasına bağlıymış, oradan zamanla kopa kopa bugün ki şekle gelinmiş. afrika ortada hala sabittir ve bu yüzden afrikada deprem olmaz. o çünkü duruyor yerinde. işte bu hareket neticesinde depremler oluşuyor. milyonlarca sene evvel bitlis okyanusu diye bir yer varmış mesela doğu anadoluda. afrikadan kopan arap levhası yukarı, yani kuzeye doğru hareket etmiş ve bitlis okyanusunun üzerini kapatmış. sonrasında gidecek yer bulamayınca bu sefer kabarmaya başlamış ve bugün ki güney doğu anadoludaki sıradağlar oluşmuş. aynı şekilde afrika levhasının da kuzeye hareketi toros dağlarını oluşturmuştur. belli bir zaman arap levhasının hareketi bitlis okyanusunun kapanmasına ve sıradağların oluşmasına neden olduktan sonra bu sefer anadoluyu batıya itmeye başlamış. anadolu da koparak batı yönde bir hareket kazanmış. 4 milyon yıldır süren bu hareket anadoluyu doğu batı yönünde ikiye bölmüş. bingölden başlayan ve ege denizine kadar uzanan bu kırık kuzey anadolu fay hattı oluyor. fay hattı dediğimiz şey biraz önce bahsettiğim yer kabuğunun kırılmasıdır. bildiğimiz bir kırıktır bu hat. bu kırıkların arası boş olduğu için içerisine su doğlar, su magmanın olduğu sıcak kayaçlara kadar iner, ısınır ve tekrar ısındığı için demlikten fışkıran sıcak su buharı gibi yukarı fışkırır. bizler de bunlara kaplıca deriz. kuzey anadolu fayının geçtiği bütün şehirlerde kaplıcalar vardır. erzincan, reşadiye, havza, adapazarı gibi. bu hattın kuzey kısmı hareket etmiyor. hareketli kısım güney kısmı. türkiye her yıl ortalama 20 milimetre batıya ilerliyor. tabi fay hattının her iki yüzeyi de pürüzlü olduğu için bazen birbirine takılıyor, kenetlenme oluyor ve gitmesi gereken yolu gidemiyor. mesela 200 yılda 2 metre ilerlemesi gereken fay takıldığı için ilerleyemiyor, takılan girinti ve çıkıntılar 200 yıllık birikime dayanamayınca bir anda kırılıyor ve bu da çok büyük sarsıntılara neden oluyor. deprem tam olarak budur. 200 yılda olması gereken 2 metrelik hareket bir kaç saniye içinde olunca bunun adı deprem oluyor.

    kuzey anadolu fayının ilginç yönü üzerinde bir deprem fırtınası taşıması. deprem fırtınası demek bir fay hattı boyunca birbirine benzer depremlerin ilerlemesi demektir. 1939 yılında erzincanda 7.9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. bu depremde bir sonraki depremi tetikledi ve üç yıl sonra yani 1942 senesinde 7.0 lık niksar depremi oldu. o da bir yıl sonra, 1943 yılındaki 7.2lik tosya depremine neden oldu. ardından 1944 yılındaki 7.2lik bolu depremi meydana geldi. fay hattı 13 yıl sakin kalabildikten sonra 1957 yılında 7.1lik abant depremi meydana geldi. bundan da tam on yıl sonra 1967 senesinde adapazarı depremi oldu. sonrasında da, 22 yıl sonra hepimizin bildiği 7.4 büyüklüğündeki gölcük depremi oldu. yani 1939 yılında erzincandan başlayıp sürekli batıya ilerleyen bir deprem fırtınası 60 senede gölcük'e kadar ulaştı. uzmanların istanbulda deprem beklemesinin sebebi de budur zaten. fırtına istanbulun kapısını çaldı. fay sürekli enerjisini her bir depremden sonra batıya aktardı. gölcük'ün de batısında istanbul var.

    bahsedilen depremlerin haritasal görselleri

    tezimde ben birbirinden bağımsız pek çok çalışmayı bir araya getirdim. açıkcası yeni bir şey keşfetmedim fakat ayrı ayrı yerlerde birbiriyle ilgisi olmayan fakat ortak noktası istanbul depremi olan bir kaç parçayı bir araya getirdim ve bir puzzle gibi oturduğunu gördüm. istanbul'un deprem tehlikesini yorumlamanın iki zor yanı var. birincisi istanbulu etkiyecek olan fayın marmara denizi altında olması. marmara denizinin altındaki fayın nereden geçtiği 1999 senesine kadar bilinmiyordu bile. 99 depreminden sonra ana hatlarıyla keşfi yapıldı. kuzey anadolu fayı adapazarından üç kola ayrılıyor esasında. kuzey kol izmit körfezi, adalar ve florya açıklarından gidip tekirdağa ulaşıyor. bu kol adaları ve izmit körfezini yaratan yapı. orta kol ise edremit körfezinden geçerek bandırma üzeriden çanakkale tarafına gidiyor. işte bu iki fay kolu marmara denizini oluşturan faylardır. yani kuzeyle orta kol birbirinden uzaklaştığı için arada çökme oluyor ve suyla dolup deniz oluşuyor. bu iki fayın arasında pek çok küçük parçalar var. m.s 484 yılından bu yana istanbulda hasar yapıcı 34 deprem olmuş. bu depremlerin hangileri hangi kolda veya bu iki kol arasındaki hangi parçalarda oluşmuş bunları bilmemiz gerekiyor. eğer marmara denizinin dibini metre metre inceleyebilseydik işimiz çok kolay olurdu. bu işin birinci zor kısmı.

    ikinci zor kısmı ise eski istanbul depremleriyle ilgili kaynaklara ulaşamamak. kaynaklar var. fakat alfabe de dil de değişmiş. ben tez çalışmam sırasında 1884 istanbul depremiyle ilgili türkçe bir kaynak buldum. zamanın idarecilerinin hazırlattığı bir rapor. fakat çok değil 130 sene öncesinde yazılmış bu raporu bugün anlamak mümkün değil. dil değişmiş, alfabe değişmiş, ülkenin adı değişmiş. kaynaklar nerede ve nasıl ulaşılır bunları bilmek çok güç. bu da işin ikinci zor kısmı.

    yukarı da bahsettiğim gibi marmara denizi altındaki fay haritası yeni yeni yapılmış. tarih kitaplarından depremleri derleyip bugün ki fay haritasıyla karşılaştırıyoruz ve o gün ki hasara ve etki alanına bakarak hangi depremin hangi kolda olduğunu tespit ediyoruz. elimizde marmara denizi fay haritasıyla ilgili altı bölüm var. diyoruz ki bu depremler bu altı parçada olmuş. mesela 1719 yılında meydana gelen deprem istanbulu etkilemiş. ama istanbuldan ziyade kocaelini daha çok etkilemiş. yani bu deprem olsa olsa körfez segmentinde olmuştur. 1766 depreminde istanbulda ölen insanlar olmuş fakat edirnede deprem daha çok hasar yapmış. bu depremin batı marmara segmentinde olduğu anlamına geliyor. 

    işte bu altı bölgenin (segmentin) tüm depremlerini tablo halinde listeliyoruz. sonra bu listelere tarihleri giriyoruz ve kaçar yıl arayla bu parçalar kırılmış bunu buluyoruz. 

    7'nin üzerindeki depremleri dikkate aldığımızda
    körfez segmentinde; 189, 235, 321, 202, 221, 280 yıl arayla deprem olmuş. yani 99 depreminden önce 280 yıl kırılmamış. aradan 14 sene geçti. körfez parçası muhtemelen 200 yıl daha kırılmadan kalacak. yani körfez periyodu ortalama 200 yıl civarında ve henüz 14. yılında. bu tehlikesiz olduğu anlamına geliyor.

    oradan adalar segmentine geliyoruz. 432 yıl, 520 yıl ve 504 yıl var depremlerin arasında. şu an 504'üncü yılında olduğu için döngüsünün son demlerinde. işte bu yüzden adalar fayı çok tehlikeli bugün. üzerinde çok uzun bir yılın yüklemesi var. 99 depreminden sonra körfez fayının adalar fayına yüklediği enerjisi göz ardı etsek bile zaten periyodunun sonuna gelmiş. 

    bunun gibi floryanın açığındaki fayın da ortalama periyodu 250 yıl ve bugün bu fay 259'uncu yılında. yani bu bölge de kırıldı kırılacak bir durumda.

    silivri açıklarındaki diğer fay kolu, yani fayın marmara denizi içerisinde kuzeye bükey yaptığı parçadaki periyotta yaklaşık 250 yıl ve orası da bugün 246. yılında. 

    batı marmara fayında da periyot 250 yıl ve şu anki süre 246 yılda.

    son olarak gaziköy civarındaki parçanın da periyodu 270 yıl civarında. fakat orası sakin. en son 1912 depreminde kırıldığı için henüz periyodunun 101. yılında. yani bugün artık deprem beklememiz gerekmeyen bir parça. daha önünde 170 sene var.

    fakat adalardan gaziköye kadar giden dört parça fay periyotlarını ya doldurmuşlar ya da doldurmak üzereler. özellikle adalar fayı çok tehlikeli bir süreçte.

    eğer marmara denizinin altındaki fay ağını daha ayrıntılı bir biçimde bilseydik çok daha iyi analizler yapabilirdik. fakat bugün ki gelinen nokta da 10 yıl öncesine göre çok iyi sayılır.

    yukarıdaki kısım sadece bir çalışmaydı. tarih ve jeofizik biliminin birleştirilip yorumlanmasıydı. bir de sadece jeofizikle ilgili, kesin verileri ele alıp gutenberg ve richter tarafından geliştirilen ve depremlerin periyotlarını ve tekrarlama sayılarını veren logaritmik formülleri kullandığımızda da yukarıdaki sonuçlarla birebir örtüşen veriler elde ediyoruz. aynı şekilde tamamen bağımsız bu çalışmada da adalar fayı, orta marmara ve kuzey kol ve batı marmara yüksek derecede deprem riski taşıyor. tam olarak rakamları vermek gerekirse, 2017 için körfezde yüzde 0,04. yani imkansıza yakın. adalarda yüzde 79, orta marmarada yüzde 63, kuzey bükeyde yüzde 66, batı marmarada yüzde 65, ve gaziköyde yüzde 0.002.

    tarihsel verileri ayrı olarak incelediğimizde ortadaki dört parça çok tehlikeli, körfez ve gaziköy tehlikesiz görünüyor. bunu bir kenara bırakıp richter ölçeğinin mucidi olan richter ve gutenberg'in bağıntısını kullanarak tamamen yeni nesil, kesin, aletlerle kaydedilmiş depremler üzerinden hesaplamalar yaptığımızda yine körfez ve gaziköy fayları tehlikesiz, diğer ortadaki dört fayın da çok tehlikeli olduğunu görüyoruz. 2017 için yapılan risk analizleri bu sonucu verirken bunu 2025 için ele aldığımızda adalar fayındaki risk yüzde 85 oluyor. diğer üç tehlikeli parça da aynı oranda artıyor.

    bu iki çalışmadan bağımsız, hatta jeofizikten bağımsız olan ve genellikle istatistik biliminde kullanılan student t testi denen fonksiyonel bir bağıntıyı kullanarak, yine eski depremlerin hesabı üzerinden yeni depremleri tahmin etmeye çalıştığımızda da bu altı bölge için aynı yüzdelik sonuçlara ulaşıyoruz. yani bu üç çalışmada da risk aynı noktaları aynı derecede işaret etmektedir. kırmızı alarm veren bölge adalar fayıdır. buna bir de 99depreminin direkt olarak adalar fayına yükleme yaptığını eklersek sonuç daha da vahim görünüyor. ama işin en kötü yanı, adalar fayı kırıldığında enerjisini zaten kırılma periyodunu doldurmuş, kırılmanın eşiğine gelip enerjisini orta marmara fayına verecek olması. onun da kısa bir zaman içerisinde kırılıp kuzey bükeye, onun da yine kısa bir zaman sonra kırılıp batı marmara fayına enerjisini vermesi. yani önümüzdeki en fazla 100 yıl içerisinde istanbulda tüm marmara kıyılarını etkileyecek en az 4 büyük depremin olacak olması anlamına geliyor bunlar.

    şimdi sorulara gelecek olursak.

    -marmarada kesinlikle deprem olacak mı?

    evet, kesinlikle olacak. marmara denizi bir iç deniz. neden orada iç deniz olmuş, çünkü kuzey anadolu fayı üç kola bölünüp biribirinden uzaklaşmış. üç kolun arası açılmış ve içeri çökmüş. orası da haliyle deniz olmuş bu açılmadan dolayı. imralı adasının kuzeyinden istanbul boğazına uzanan bir nehir yatağı kalıntısı vardır mesela marmara denizinin dibinde. milyonlarca yıl önce adapazarına kadar tek parça halinde gelen fay o bölgede üçe ayrıldığı için orta kısım çökmüş. bu şu demek, eğer orada bu üç kol bir deniz yapmışsa bunu yapmaya devam edecektir. sürekli büyük depremler olacak, sürekli zemin parçalanarak dibe çökecektir. marmarada deprem olmayacağını iddia etmek zirvesinde krater gölü olan bir dağın eskiden volkanik bir dağ olmadığını iddia etmek gibidir. istanbul boğazı, marmada denizi içerisindeki adalar, izmit ve gemlik körfezleri, sapanca gölü, çanakkale boğazı, saros körfezi, manyas gölü tesadüfen olmuş şeyler değidir. bu coğrafik birimler neden bolu'da yok ya da tosya'da yok. çünkü fay oralarda tek parça, yani sadece deprem yapıyor. ama üçe ayrılınca işte, böyle karaları birbirinden ayırıp ortasını suyla dolduruyor. biz de buna deniz, göl, boğaz diyoruz.

    -elinizdeki verilere göre sizce deprem ne zaman olacak?

    herkesin bu konuda çok farklı tahminleri var. bu konuda uzman olmuş insanlar bile farklı kanaatlere sahip olabiliyor. deprem olacak diyenler olmayacak diyenleri tedbirsizlikle suçlarken diğerleri de onları halkı korkutmakla suçluyor. kişisel tahminim en geç 2025 yılına kadar adalar fayının yaklaşık 7.4-7.6 arası bir büyüklükle kırılacağı yönünde. bana bunu söyleyen birbirinden farklı üç bilim var. tarih, jeofizik ve istatistik bilimleri.

    -bu deprem olacaksa en tehlikeli iller hangileri?

    yine geçmişteki depremleri inceleyip gelecekti depremeler için senaryo yazabiliriz. tabiki adalarda meydana gelebilecek bir deprem en çok istanbulu etkileycektir. özellikle istanbul kıyıları ya devlet eliyle doldurulmuş ya da doğal olarak dolmuş alüvyon zeminler. her ikisi de sağlam değil. marmara denizine kıyısı olan ve düz olan bütün semtler ve mahalleler zaten direkt olarak depremin merkezi oluyor. pendikten üsküdara, sarıyerden kıyı boyunca avcılara kadar olan tüm sahil şeridi tehlike altında. çünkü alüvyon arazi demek çamur demektir. tepelik arazi demek kayalık demektir. kaya depremin sarsıntısını emebiliyor ama çamur tam tersi deprem sarsıntısını daha da büyütüyor. hele ki çamur üzerinde yüksek katlı bir bina varsa bu felaket üstüne felaket anlamına geliyor. nedeni şudur. atıyorum bakırköy sahilinde 7-8 katlı binalar var fakat o bölge alüvyon bir zemine sahip. alüvyon, yani çamur çok sallanan bir malzemedir. ama 7 katlı bina büyük bir kaya gibi olduğu için sallanamaz. yani çok sallanabilen bir zemin üzerine sallanamayan bir yük koyuyorsunuz. bu durumda rezonans denen bir olay oluyor. çamur sallanıp bina sallanamadığı zaman deprem sallayamadığı binayı dibinden kesiyor. zemin kattan bina kesiliyor. deprem fotorağraflarına dikkat ederdeniz binaların önce zemini yıkılır. işte binaların zemin kattan yıkılma sebebi budur. önce zemin kat göçer. bazen bina zeminin üstüne göçüp kalır, üst katlar yıkılmaz. bina zemin katın üstüne göçtüğünde deprem devam ediyor olursa bu sefer deprem yine sağlam kalan ilk katı keser. böyle kese kese tüm binayı yok eder.

    istanbul dışında, bandırma, gebze, bursa ve yalova bölgesi de olası bir istanbul depreminde büyük zararlar göreceklerdir. tarihi depremlere baktığımızda bu sonuca varmak çok kolay oluyor. izmitte meydana gelen bir deprem avcıları yıkabiliyorsa adalarda meydana gelen bir deprem de tabiyatıyla yalovaya rahatlıkla zarar verebilir. bu illere tekirdağı da orta zarar görecek şekilde ekleyebiliriz.

    -istanbul'da tehlike altındaki ilçeler hangileri?

    buna yukarıda cevap verdim sanırım. devamen, moda sahilinde büyük apartmanlar var. buralar lüks semtler ama binalar eski. insanlar adalar manzarası için milonlarca liraya 20 yıllık daire alıyorlar. hem olası depremin merkez üssüne çok yakın, hem yüksek katlı binalar hem de deniz kumuyla, burgusuz demirle ve en iyi ihtimal b12 betonla yapılmış binalar. bugün b12 betonla kaldırım bile yapılmıyor. 99 depreminden sonra hepsi yasaklandı. binalarda en az b25 beton kullanılıyor. bu gibi istanbulun marmara sahilinde bulunan düz araziler üzerine yapılmış 3-4 katın üzerindeki, 15 yaşından büyük binaların gelecekte bir gün meydana gelmesi beklenen adalar depremine dayanabilmesi imkansız gibi gözüküyor.

    -kentsel dönüşümü yeterli görüyor musunuz?

    bu konu hakkında yeterince bilgim yok açıkcası. kentsel dönüşüm şimdiye kadar hem hükümetçiler hem mualifler tarafından siyasi malzeme olarak yorumlandı.
    istanbulu çok iyi bilen bir insan değilim. zeytinburnunda, veliefendi hipodromunun üst taraflarında başlamış bir kentsel dönüşüm gördüm. zeytinburnu gibi tehlikeli bir bölge adına sevindirici bir gelişme. oradan ilerde hemen yedikulede sanırım bir hayli dönüşüm yapılmış. fakat anadolu kısmında, artık bu muhitlerin lüks olmasından mıdır nedir pek kentsel dönüşüm yapıldığını göremiyorum. tam manada kentsel dönüşüm yapılmıştır denebilmesi için istanbulun anadolu ve avrupa yakasında e-5 karayoluyla marmara denizi arasında kalan kısımda 1999dan önce yapılmış bina kalmaması gerekir. bina sağlamlığından bahsederken sürekli 1999 senesini milat kabul etmemin nedeni zemin etüd raporunun zorunluluğu, deniz kumunun, burgusuz demirin, beton kalitesinin gerçek manada gözden geçirilip tüm binaların sağlam yapılmasıdır bu tarihten sonra. bugün türkiyenin hangi iline giderseniz gidin 1999 sonrası yapılmış binaların kirişlerini, kolonlarını matkap bile zor deler. bir de aynı matkapla 1999 öncesinde yapılmış bir binanın kolonunu delin ve matkabın hiç zorlanmadığını kendi gözlerinizle görün.

    -can ve mal kaybını en aza indirmek için çözüm önerileriniz?

    işin bu kısmında tabiki devlete ve belediyeler büyük görev düşüyor, zaten bu olası depremle iligili konuşan herkes aynı şeyi vurguluyor. lakin halka da büyük görev düşüyor. cadde bostanda, oldukça lüks ama eski bir apartman ev sahiplerinin ortak kararı neticesinde yıkıldı ve yeniden yapılmaya başlandı. kendisini düşünmeyen insanları malasef başkaları, yani devlet ve belediye hiç düşünmüyor. burada moda sahilinde de lüks ve eski binalar ki oradaki binaların hemen hemen hepsi eskidir, aynı şekilde ev sahipleri tarafından yıkılıp yeniden yeni deprem mevzuatına uygun yapılabilir. 

    bugün bir deprem olsa en büyük yıkım adalar ilçesinde olacak. muhtemelen istanbulun geri kalanı kendi derdine düşeceği için, adalarda da yeterince hastane, can kurtaran, doktor, arama kurtarma ekibi olmadığı için adalarda büyük sıkıntılar çıkacak. ki buna bir de istanbulun anadolu yakasından deniz altından adalara giden elektrik hatlarının kopma ihtimalini de eklersek adalar tam bir mahrumiyet bölgesi olacak. zaten oradan insanların da kaçması çok zor. 

    1999 depreminde izmit, yalova ve adapazarı gibi istanbula nazaran daha küçük şehirler zarar gördü. istanbulun hastaneleri, ambulansları, arama kurtarma ekipleri, iş makinaları o şehirlere akın etti. istanbul sağlam kalmıştı, çok büyük bir şehirdi, çok az zarar görmüştü ve o küçük şehirlere çok yakındı. fakat istanbulda deprem olduğunda, zaten normal bir günde tıkalı olan istanbul trafiğinin nasıl olacağını siz düşününün. o zaman boludan nasıl ambulans ve iş makinası istanbula ulaşacak. atıyorum öyle bir deprem olduğunda zaten istanbul itfayesinde çalışan itfayecilerin çoğu kendi dertlerine düştüğü için işe gitmeyecekler. herkes yakınına, akrabasına ulaşmaya çalışacak. şehre kara yoluyla giriş çıkış imkansız olacak. 

    devlet kurumları arasında bu gibi felaketlerde en büyük görevi şimdiye kadar hep türk silahlı kuvvetleri üstlenmiştir. hava, kara ve deniz birlikleri türk silahlı kuvvetleri içerisinde çok kordinelidir. görev tanımları bellidir. kim ne yapacak bilir. kimsenin o gün işe gelmeme şansı yoktur. ama devletin malesef diğer kurumları arasında böyle bir koordine yoktur. buna tıkanan trafiği, göçen viyadükleri, patlayan doğal gaz hatlarını, göçen binalardan sızan doğal gaz yüzünden çıkan yangınları ve zehirlenen depremzedeleri, deprem olduğu için görevinin başına gelemeyen itfaiyeciyi, ambulans şoförünü, doktoru, hemşireyi, sivil savunma memurlarını eklersek tam bir kaos ortamı olacağını görebiliriz. ama en kötüsü dediğim gibi çevre illerden gelen yardımların, çevre illerde kullanılacak hastanelerin istanbulu kurtarmak için çok yetersiz kalacağı gerçeğidir.

    çözüm bellidir. 2 kere 2 nin dört olması gibi olacak deprem de, yıkılacak bina da bellidir. herkes üstüne düşen görevi yerine getirmeli. halk deprem sırasında ne yapacağını şöyle bir düşünmeli ve devlet kurumları bir birlerini arasındaki koordineyi iyi sağlamalıdır." (bkz: #33329026)

    ayrıca ihmalkarlıklar, konut ve yapı aşırılığı, kontrolsüz nüfus artışı ve bunlara karşın altyapı ve beklenen depreme karşı yapılan hazırlıkların da az çok eksik olduğunu varsayıp; olabilecek bir istanbul depremi sonucunda ne gibi senaryolar ile karşılaşacağımızı da yazarımız goruntukaybi senaryo haline getirmeye çalışmıştır ki umarım böyle bir duruma maruz kalmayız. (bkz: #25899966)

    istanbul veya marmara denizi faylarında 7 veya üzeri büyüklükte muhtemelen gerçekleşecek olaylar.

    deprem anı: çığlık çığlığa koşan insanlar, kağıt gibi yıkılan evler olacaktır her yerde. yeni yapılan bir kaç mahalle, istisnai 3 5 bina dışında heryer toz bulutu, her yer yıkık, her yer kaos, her yer ne yapacağını bilmeyen insanlarla dolacaktır. 

    depremden hemen sonrası: enkaz altında kalanlara bağıranlar, ve ilk yağmacılar bu dönemde olacaktır. elektrikler kesilecektir. cep telefonları kitlenecektir. medya yayınları aksayacaktır. depolar, mağazalar, marketler soyulup soğana çevrilecektir. 

    depremden birkaç saat içinde: ağır yaralılar ölmeye başlayacaklardır. ölüm sayısı bu bölümde yaklaşık 100-150bin olsa da hızla artacaktır. artçılarla yıkılmayan binalar da yavaş yavaş yıkılacaktır. suç oranı yağma için büyük oranda artacaktır. köprüler 8 büyüklüğü görmeden muhtemelen yıkılmayacaktır fakat yollar perişan olacağı için bütün ulaşım kitlenecektir. herkes istanbuldan kaçmaya çalışacaktır. hastaneler yıkılmamışlar ise kaos ortamında kavga ve ölümlere şahit olacaktır.

    depremden sonra ilk gece: enkaz altından insan çıkarmak dışarıdaki ölüleri sevketmek ya da kurtulanları doyurmaktan çok daha önemsiz duracaktır. 15 milyonluk hatta etrafındaki büyük şehirlerle 20 milyondan fazla nüfusu olan bir şehri elden doyurmak imkansız olduğundan hırsızlık veya cinayet olayları yaşanacaktır. şehri ağır bir kıtlık havası kaplayacaktır. eğer kış ise, ilk geceden itibaren donarak ölümler başlayacaktır, hem enkaz altındakiler hem dışarıdakiler için.

    24-48 saat arası:rüzgar hali hazırda esmiyorsa inmeyen toz inecektir. yaralı olarak hastaneye gitmeye çalışanlar bir muhattap bulamayacaklardır. iç kanama, travma gibi vakalar büyük oranda öleceklerdir. enkaz altındaki ölüler yavaş yavaş kokmaya başlayacaklardır. türkiye çapında istanbuldan kaçanları evinize alın, bolbol ekmek üretin türü kampanyalar başlayacaktır, gıda yardımı yapın. bilgi dezenfermasyonu olacaktır. ölü sayısı ve hal durumuyla ilgili deprem bölgelerine muhabirler giremeyeceği ya da girmeyeceği için kulaktan duyma veya tahminlerle bilgiler verilecektir. ekmek, yemek, çadır, soğuk, bebekler, çocuklar ve yaşlılar çok büyük problem teşkil etmeye başlayacaktır.

    48-72 saat arası:enkaz altından çıkarılanlar olsa bile, ki iş makineleri veya akut bu işe başka deprem kadar yoğunlaşamayacaktır, hastanede ilgisizlikten öleceklerdir. açlık çoğu insan için ciddi bir hal aldığı için her yemek yardımında kalabalık ve kaostan insanlar ölmeye başlayacaktır. şehrin elektriği muhtemelen geri getirilemediği için zaruri ihtiyaçlar karşılanamayacaktır. su ciddi bir problem haline gelecektir. sevkiyatlar aksayacağı için damacana veren şirketler servis veremeyecektir. istanbul dışına muazzam göç olacaktır. çalıntı otostop otobüs veya herhangi bir şekilde yürüyerek de olsa insanlar istanbuldan kaçmaya çalışacaklardır. ölü sayısı 400bin civarına tırmanacaktır.

    72-96 saat arası: martılar şehrin içine girip sokaktaki ya da enkazdaki ölüleri yemeye başlayacaklardır. şehir kokmaya başlayacaktır. kurtulanlar da açlık veya soğuktan ölmeye başlayacaklardır. su açlık bir çöl gibi saracaktır istanbulu.

    4-7 gün arası: devlet bütün dış-iç yardım stoğunu eritip marmara bölgesi dışında çok az varolan fabrikasına ne üretebildiyse afet bölgesine göndermeye devam edecektir. hükümetin resmi olarak düşüp askerin yönetime el koymasını bu aralar öngörüyorum. bütün tsk bütün şehri afet bölgesi istediği yeri de karakolu yapacaktır, şehir dışından vicdani görev olarak gelmiş doktor ve hemşireleri çalıştırmaya çalışacaktır. yemek kimseye yetmeyecektir. battaniye çadır gibi yardımlar ikinci planda kalcak, soğuk perişanlık ve ölüm yaratmaya devam edecektir. 

    2. hafta: türk ekonomisi, türk lirası değerinin çoğunu yitirecektir. istanbul dışındaki hayat için inanılmaz bir enflasyon söz konusu olacaktır. ekmek günler çerisinde özellikle marmaraya yakınyerlerde 1den 5e hatta 10 liraya çıkabilecektir. bütün ülke stokları ve depolarına devlet el koyup istanbula gönderecektir. bu sırada şehirde, pislik, hastalık, açlık ve ölümler önüne geçilemez bir hal almaya başlayacaktır. ölü sayısı depremden hemen sonraya göre belki de 500 bin artış gösterecktir. kurtulanların bile kurtarılamaması, dışarıdakilerin salgın hastalıklarda ölmesi, özellikle patlayan bebek ve çocuk ölümleri bundan sonra da devam edecektir.

    2-4 hafta arası: ölü sayısı depremden hemen sonraya göre 1 milyona yakın artış gösterecktir. ekonomide kur, ekmek fiyatı, temel gıda malzeme fiyatları sabitlenecek, tsk tarafından yönetilen afet bölgesinde belki sözlü belki yazılı karne ile yemek dağıtımı devam edecektir. ilaç yokluğu, müsait olmayan şartlar gönüllülerin geri dönüşüne sebep olabilecektir. iş makineleri toplu mezarlar kazacaklar, belki de kimlik tespitlerine gerek olmadan insanlar gömüleceklerdir. ölüm ve göç sebebiyle istanbulun nüfusu maksimum 3-4 milyon kalacaktır.

    1-3 ay arası: koku dağılacaktır. istanbul hayalet şehir haline gelecektir. içinde 1 insanın dahi olmadığı hayalet yıkık mahalleler ortaya çıkacaktır. gıda tüm türkiyede sorun haline gelecektir. ithalat ile bu sorun çözülmeye çalışılacaktır. süpermarketler büyük oranda bomboş koridorlarda 3 5 ekmek peynir zeytin domates patates satan, konserve koyulan yerler olacaklardır. ülke üretimi çok büyük oranda düşecektir. imkb eğer olur da açılırsa %98lere varabilecek düşüş gözlemlenecektir. dolar/tl 20nin üzerine çıkacaktır. bu sırada şehrin elektriği ve suyu geri kazandırılmaya çalışılacaktır. şehir suyu pisliği hastalıkların önüne geçilememesi, pislik gibi sebeplerden ölümler son hızla devam edecektir.

    1 sene içinde: özellikle facebook gibi siteler aracılığıyla insanlar ulaşabildiklerine ulaşacaklardır, ulaşılamayanlar öldü kabul edileceklerdir. resmi rakamların çok çok üzerinde gerçek ölüm sayıları olacaktır. türk ekonomisi %80lere varan oranda küçülecektir. ekonomik krizin ötesinde, yaşam zorluğu çekilecektir. 1 yıllık aranın ardından bazı kurumlar çalışmaya veya eğitime devam ederken bazı kurumlar bunu başaramayacaktır. asker başta kalmaya devam edecek, seçim yönünde bir istek veya ihtiyaç olmadığı için seçim yapmayacaktır.

    hepsinden sonra: deprem sonucu(hastalık, açlık vs. dahil) 1-2 milyon arası insan yok olacaktır. bu trajediyi bu millet atlatamayacaktır. hayat devam edemeyecektir. türkiye tüm dünyada depremin yıktığı ve bitirdiği ülke olarak kalacaktır. toprak altıda yatan bir tanıdığı olmayan olmayacaktır. enkazlar yıllar boyu kıpırdatılamayacaklardır. 

    istanbul ise yıllarca basit bir kasaba olarak işleyecektir, bütün ekonomik turistik, endüstriyel yükü uçacaktır. türkiyenin yeni istanbulu yeni yüzü uzun süre izmir olacaktır. tarım ülkesine dönüş ve fabrikalar ile ülkeyi doyurmak üzere üretim yapılmaya çalışılacaktır.

    son olarak, deprem anı için en doğru ve yaşamsal önerileri maddeler halinde doug cropp'tan okuyalım:

    1) 'binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler. 
    2) kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun. 
    3) ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar. 
    4) eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler. 
    5) televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın.. 
    6) bina çökerken kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...nasıl mı? eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. her iki durumda da ölürsünüz! 
    7) hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı 
    gerçekleşene kadar. merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. korkunç şekilde sakatlanırlar. bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır.. depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir. 
    8) binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır. 

    9) enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını /ezilmediğini keşfettim. kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

    umarız ki, türkiye'deki deprem korkusu ve endişesi bir deprem bilincine dönüşsün. okullarımızda göstermelik olarak sıraların altına girileceğine, yeterli eğitimler verilsin. hasarlı evler sıvanıp başka ailelere ve insanlara mezar olmasın. ödediğimiz vergiler oyrant ve güç malzemesi yerine kaliteli bir kent yaşamı ve ranta sırtını dönen bir türkiye için kullanılsın.

    son olarak: deprem gibi ciddi ve önlem alınması gereken bir durum ile dalga geçen, bu durumu gırgır ve geyik malzemesi yapan; ilmi olarak tedbir almayıp insanlara bu durumun takdir-i ilahi olduğunu ve çaresizce kuzu gibi beklememiz gerektiğini söyleyen insan suretli varlıklar. bu dangalakça tutumunuzu acilen gözden geçirip duyarlı ve faydalı birer birey olarak hayatınıza devam etmeniz gayet mümkündür.


    ”Tanrım, değiştiremeyeceklerim için sabır, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, aradaki farkı anlamam için akıl ver.”
  6. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    DadasAdam
    DadasAdam's avatar
    Kayıt Tarihi: 31/Ocak/2013
    Erkek

    @absconder  bütün konuyu piç etmişsin.  uzun yazıları pastebin tarzı sitelere yapıştırıp burada linkini paylaşın. senin için önemli olan bir konu benim okumak istemediğim bir konu olabilir. hayvan gibi uzun yazıyı alıp buraya c/p yapmak ne kadar mantıklı sence ? özellikle  mobilden girenlere eziyet ettiğinin farkına varmanı istiyorum.


    Bir anadan dünyaya gelen yolcu...
  7. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    absconder
    absconder's avatar
    Kayıt Tarihi: 04/Temmuz/2015
    Erkek
    DadasAdam bunu yazdı

    @absconder  bütün konuyu piç etmişsin.  uzun yazıları pastebin tarzı sitelere yapıştırıp burada linkini paylaşın. senin için önemli olan bir konu benim okumak istemediğim bir konu olabilir. hayvan gibi uzun yazıyı alıp buraya c/p yapmak ne kadar mantıklı sence ? özellikle  mobilden girenlere eziyet ettiğinin farkına varmanı istiyorum.

    Gece gece vaktim olmadığı için sadece kopyalayıp, yapıştırabildim hocam. Eve gecince düzeltmeye çalışacağım.


    ”Tanrım, değiştiremeyeceklerim için sabır, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, aradaki farkı anlamam için akıl ver.”
  8. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    saatci
    muaythaist
    muaythaist's avatar
    Kayıt Tarihi: 11/Şubat/2012
    Erkek
    1049 bunu yazdı

     

    Neyse aslında demek istediğim nokta şu: insanların farklı olmadığını farkettiğim gün ufkum iki katına çıkmıştı.

    Benzer bir çıkarımı bir tepeden Samsun manzarası seyrederken yapmıştım, o sokaklarda çocuklar, gençler, yaşlılar.. Herkes birşeyler peşinde koşuyor. Çabalıyor.. Yaşamlar farklı görünse de çok ufak bir daire içerisinde herşey, her insanda doğum ve ölüm ortak. Doğum ile başlıyor ve o ufak daire içerisinde ne yaptığın bir şey farkettirmeksizin, geçen zaman herkesi aynı noktaya ulaştırıyor, ölüyorsun.

    Bu düşünce ile bir süreliğine hayatımdaki herşey manasını yitirmişti.. Sınırlı zaman, 1 dakika da olsa, 100 yıl da olsa, aynı sonuca ulaştırıyor. Dolayısıyla koşturmacalarımızın, çabalarımızın bir manası yok aslında demiştim. sürünsem de bitecek, saraylarda da yaşasam bitecek. 

    Daha sonra hayata mana katacak olan şeyin ölüm endeksli olması gerektiğine kanaat getirdim. Ölümü de bir mantığa oturtmalı ve yaşantımla bağdaşlaştırmalı. Yani dünyadaki mücadelem, çabam, belirli doğrultularda kullandığım iradem; geçen zaman ile dünyada kaybolmamalı, ölümüm ile ardımda bırakmayacağım birşey olmalıydı.

    Bu mantalite ile inanç sistemlerine yöneldim. gel-gitlerim ve yaşadığım sancılı süreci geçip canınızı sıkmadan ulaştığım noktaya geleyim. İslam düsturu olan bir cümle ile tüm sistemi tekrar sorguladım "Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış"  Ufak daire olarak nitelendirdiğim, herkeste doğum ve ölümün ortak olduğu dünya hayatında; birşeyler elde edebilmek için mücadele ederken, başarırken, kaybederken, kazanırken; aynı zamanda ahiret için de üzerime düşenleri yaparsam (benim için islamdaki emirler ve yasaklar), hem bu dünyada elde ettiklerimin hazzını yaşıyorum, hem de nerede biterse bitsin, kaybetmiyorum ahireti kazanıyorum.. 

    Hayatıma bu mantık ile yeni bir yol çizmeye başladığımda, başlık "ufku iki katına çıkaran şeyler" ya, ben kendi ufkumu kaybedip, zihnimde yeni yeni ufuklar açıldığına şahit olmuştum..

    herkes aynı yolu bulacak diye birşey yok, doğumdan başladık, zaman kavramı aracımız, ölüme doğru gidiyoruz, ileriye baksak sonu göreceğiz aslında. Ama Ölüm'ü mantığa oturtamamış zihinler, sonu görmemek için araya dünyalık hedefler koyuyor, onlar için çabalıyor, ölümü komple zihninden siliyor.. üniversite sınavı, bilmemne projesi, askerlik, hatun, çoluk çocuk, iş güç, kendini oyalıyor.. yıllarını harcarsın sağlam bir iş ve eş için, lise yıllarında disiplinli çalış, üniversite sınavında derece yap, üniversitede 3-5 dil öğren, kendini geliştir, mezun olmana 1 ay var, süper bir firmayla anlaştın, 10binler kazanacaksın, hayatının kadınını buldun evleneceksin, hepsi kısa bir süre sonra, işte mücadelenin getirisi nihayet geliyor derken;... öldün diyelim.. neye gitti lan o çaba? sen de sokaktaki dallama ile aynı toprağa girdin.. Hadi bu trajik hikayeyi geçtim, biteceğini bildiğin sürece onları elde etmiş ol. 10 sene 20 sene sonra öl.. yine aynı yere ulaşıyorsun..

    Ölüme bir mantık oturtamamış, onunla barışamamış olan ve bir önceki paragrafta örneğini verdiğim geçici uğraşlar ile ölümle yüzleşmemek için araya set çekme çabasında olanlar, bir kaza ile hayatında değer verdiği şeyleri kaybedince (iş, aile, okul, sağlık vb) doğum ile ölüm arasındaki yolda ufku görmemek üzere diktiği binalar, yapılar yıkılmış oluyor.. tutunacak bir dal arasa da, artık ileriye bakınca görüyor, yolun sonu belli, ne yaptığı farketmeksizin ölüme gidiyor.. İşte o an, zaman dikenli tellerini tenine geçirmiş halde akıyor üzerinden.. canı yanıyor.. Psikologlar, psikiyatrlar, zihninde ölmekte olan bir insanı kurtaramıyor, çünkü çözümler araya yeni hedefler dikmek üzere, sonu görmeni engelleyecek yeni binalar.. o yara krem sürülerek geçmez.. ameliyat lazım.. sterilize halde tekrar dikmek lazım..

    velhasıl, kimine çok boş gelmiştir yazdıklarım ama, ben o sancılı geçiş sürecini yaşadım. "zaman & ölüm" bunları düşünmeden yaşayan insan er geç yüzleşir. en olmadı ölüm döşeğinde yüzleşir.. huzurla gidebilene ne mutlu.. aranızda ölmeyecek olan var mı?

    https://www.youtube.com/watch?v=v8g1CH4E3DA

     

    muaythaist tarafından 27/Eyl/15 10:31 tarihinde düzenlenmiştir

    Ali & Dua & Zeynep'in Babası
  9. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    Bosluk
    Bosluk's avatar
    Kayıt Tarihi: 11/Kasım/2007
    Erkek

    Beni hiçbirşey şaşırtmıyor


    ____________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________
Toplam Hit: 2637 Toplam Mesaj: 20
epifani