Satranç

  1. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    EWELANCHE
    EWELANCHE's avatar
    Kayıt Tarihi: 05/Mart/2007
    Erkek

    Bence artık satrançın yerini Strateji oyunları aldı.Küçükken merak edp öğrendi  ve bundan 1-2 ay sonra Age of oyunu ile tanıştıktan sonra sadece birileri isterse oynadığım bir oyun oldu.

  2. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    gumusservi
    gumusservi's avatar
    Kayıt Tarihi: 11/Temmuz/2010
    Dişi

    " Aşk olunan birşey değil oluşturulan birşey olmalıdır"
    " Satranç oynayan bir çift
    E- atını almam gerekiyor
    K - ama ben o ati seviyorum
    E- ama almazsam satranç olmaz ki!

    Evet, erkek eşinin atını almazsa satranç olmaz ama aşk olur. Aşk değer verdiğiniz bir kişi veya 'şey' için, gerektiğinde mantıksız davranabilmektir."

    üstün dökmenin kitabından güzel bir alıntı satranç diyince aklıma geldi öylesine..(:


    Çok fotojenik bir "acı" çekiyorum. G ü l ü m s e . . .
  3. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    irem27
    irem27's avatar
    Kayıt Tarihi: 27/Ağustos/2010
    Dişi

    :)- Baba hani bana satranc ogretecektin?
    - Ogretecegim... zamani gelince.
    - Ne zaman gelecek zamani?
    - Biraz daha buyumen lazim.


    Babasi bes yasinda satranc takimi hediye almis, ama cocuga sadece cin damasi ogretmisti.

    Satranc cok karmasik bir oyundu ve ogrenmek icin once buyumesi gerekiyordu.

    Uc yil boyunca cocuk icin satranc bir suru aletin tuhaf sekillerde

    gittikleri ve oynamak icin cok zeki olmak gereken buyulu bir oyun olarak kaldi.

    Cocuk bu arada teyzeleriyle cekismeli cin damasi maclari yapmakla yetindi...

    Sekiz yasinda bir gun babasi cocuga sonunda satranc ogretti.

    Kaleler duz gider, filler capraz. Atlar iki one bir yana. Aletlerin uzerinden de sicrayabilirler.

    Zavalli piyonlar sadece bir one gidebilir. Ustelik de, ne tuhaf, onundeki degil

    on caprazindaki taslari yiyebilirler. Sahin degeri sonsuz, vezir sahtan sonraki en kiymetli tas.

    Fil ve at yaklasik ayni degerde, ama kale kadar degerli degiller.

    Cocuk isyan etti, ama baba, ha duz gitmissin, ha capraz.

    Tahtayi capraz tutarsan kale capraz gitmeye baslar, fil duz.

    Babanin aklina o anda filin sadece tek renkte dolasabilecegi gelmedi.

    Hmm, yine de kale daha degerlidir, zaman icinde anlarsin.

    Kurallar biter bitmez bir oyun oynadilar.

    Bak, bu yaptigin cok sacmaydi, daha bir hamle once veziri bir one surmustun,

    simdi yine bir one suruyorsun, gitmek istedigin kare buysa tek hamlede de gidebilirdin.

    Cocuk duygularini aciklayamadi. Tamam, taslarin nasil hareket ettigi kolay, bir de sahi almak,

    yok yok mat etmek lazim, ama nasil? "Plan kurup o plana gore hareket etmek gerekir"

    Sekiz yasindaki bir cocuk icin cok aciklayici degildi bu sozler. Mat etmeden once,

    daha dogrusu mat etmek icin ne yapmak gerektigi acik degildi.

    Iki hamle sonra cocuk atiyla sah cekti. Saaah! diye bagirdi sevincle.

    Baba sah ceken ati filiyle aldi. Bak, bu da sacmaydi, sonunda

    mat etmeyeceksen sah cekmenin bir anlami yok.

    Gordun mu atini aldim iste.

    Alti yil boyunca kurallar belirlenmisti. Hamle geri alinmayacak,

    dokunulan tas oynanacak, ve baba her seferinde tum gucuyle oynayacak.

    Bir sefer bile olsa bilerek kaybetmek, hatta oyun heyecanli olsun diye bile

    olsa yanlis hamle yapmak yok.

    Cocuk biraz sonra oyunu kaybetti. Alti yil boyunca babasiyla oynadigi her oyunu kaybedecekti.

    Anne, bu egitim metodunun dogrulugundan emin degildi.

    Yahu, minicik cocukla nasil boyle ciddi ciddi oynuyorsun,

    bir kere olsun kaybetsen nasil sevinecegini goruyor musun?

    Nasil bu kadar duygusuz olabiliyorsun?

    Hayir, baba bir kere bile bilerek kaybetmeyecekti,

    cocuk eglenmek istiyorsa el vurmaca oynayabilirlerdi,

    ama satranc oynayacaksa, satranc cocuk oyunu degildi, ciddiyetli bir isti.

    Baba kazandiktan sonra basit matlari ogretti cocuga. Iki kale ile mat yapmak kolay,

    merdiven cikar gibi sah diye diye kenara sikistiracaksin sahi. Vezir de kolay sayilir,

    kendi sahini karsi sahin onune getireceksin, bak buna oppozisyon denir,

    sonra vezirle yandan sah diyeceksin. Gordun mu sah bir geri kacmak zorunda kaldi,

    boyle boyle sonunda tahtanin kenarina sikisinca da mat edeceksin.

    Kale ile de ayni seyi yapabilirsin, ama biraz daha dikkat etmek gerekiyor,

    arada bir bos hamle yapmak gerekebilir, gordun mu kaleyle bir bos

    hamle yapinca neydi o terim, oppozisyonu saglayabilirsin.

    Cocuk o gece mutlu yatti. Ertesi hafta babasi eve elinde bir satranc kitabiyla geldi,

    bak bu cok hos bir kitaptir, bunu okuyarak satrancini ilerletebilirsin.

    Kitap Satrancin Esaslari adinda eskice bir kitapti. Capablanca adinda

    eski bir dunya sampiyonununmus. Capablanca cok muthis bir oyuncuymus.

    Ah, ama nasil olur da Alekhin'e kaybeder. Cok kucumsemis rakibini,

    bir kere kaybedince de bir daha rovans hakki vermemis Alekhin.

    Yoksa Capablanca havada karada yenerdi onu.

    Cocuk onunde satranc tahtasi, elinde kitap, satranc calisarak gecirdi gunlerini.

    -Ben hep yeniyorum babami, n'aber? Siniftaki diger satranc bilen cocuklar

    hep babalarini yeniyorlardi. Bizimki ise bir kere berabere bile kalamamisti babasiyla.

    Okula getirilebilecek bir satranc takimi da yoktu, dolayisiyla herkes babasini

    yenerken kendisinin yenildigi gercegiyle yetinmek zorundaydi.

    - Hem sen aptal matini biliyor musun, coban matini biliyor musun?

    Cocuk sah-piyona sah durumlarinin ne zaman kazanc, ne zaman berabere oldugunu,

    iki fille mat yapmayi ve atlari fillerden once cikmak gerektigini biliyordu,

    ama coban matini duymamisti. Daha ogrenecek cok sey vardi!

    Her isin bir olcusu olmasi gerektigine inanan butun ebeveynler gibi baba da

    cocugun satranca zaman ayirmasini celiskili duygularla izlemeye baslamisti.

    Bak, satranc oynamak iyi hos ama Anadolu Liseleri sinavlarina hazirlanman lazim,

    sen test cozecegin zamanda satranc calisiyorsun, her seyi dengeli yapmak lazim.

    Cocuk her seyi dengeli yapmak gerektigi kanisinda degildi.

    Capablanca'yla Reti'nin kitaplarini iyice bir bitirince muthis bir oyuncu olacakti.

    Hatta dunya sampiyonu olacakti. (Bir de babasini yenebilse) Anadolu Lisesine

    girmek cok da onemli degildi goruldugu gibi.

    Lasker tuhaf bir adammis, pozisyona gore degil, rakibine gore oynarmis.

    Alekhin arada iyi kombinezon atarmis ama Capablanca'ya yaptigi alcakligi unutmamak lazim.

    Rubinstein da cok iyi oyuncuymus, yazik, hic dunya sampiyonu olamamis.

    Tabii, Capablanca en buyukmus. Adam hic acilis calismazmis, yine de herkesi yenermis.

    10 yil boyunca hic mac kaybetmemis. Cocuk, Capablanca acilis calismadigi icin,

    hayati boyunca hic acilis calismadi. Capablanca yapabiliyorsa o niye yapamasin?

     

     

    III
    Satranccilarin ortak bir ozelligi varsa o da kendilerine ve zekalarina olan guvenleridir.

    Ya mukemmel bir oyuncudurlar, ya da yetersiz kosullarda yetistikleri icin ilerleyebilecekleri

    kadar ilerleyememis, aslinda cok yetenekli insanlardir. Ya satranci gec ogrenmislerdir,

    ya tembel olduklari icin calismiyorlardir, ya satranctan para kazanilamayacagi icin

    kafayi takmiyorlardir, ya da yeterli tecrube kazanabilecekleri turnuva yoktur.

    Kaybederlerse ustun durumda hata yapmislardir, kotu durumdan kazanirlarsa

    bunu kotu durumda sogukkanliliklarini korumalarina ve mucadele ruhlarina borcludurlar.

    Bir keresinde bir satranccinin kaybettigi bir oyun hakkinda hatali plan uyguladim,

    yoksa kazanirdim dedigini bile duydum. Dogru plan secmekten daha onemli,

    daha cok satranc bilgisi gerektiren bir sey olabilirmis gibi.

    Fen liseli bir satrancci hakkinda bir hikaye anlatilir. Iki kisi oynanmis bir oyunu

    analiz ediyorlarmis. Gelmis, siyahlarin tarafina oturmus, biraz dusunmus,

    siyahlar iyi, kazanir deyip kalkmis. 15 dakika sonra geldiginde hala ayni

    pozisyon inceleniyormus. Beyazlarin tarafinda oturmus, biraz dusunmus,

    beyazlar iyi, kazanir deyip kalkmis.

    Bir Ankara sampiyonasinda oynamistik,

    ben lisedeydim, o yirmibes yaslarindaydi ve o gecen yilin Ankara sampiyonuydu.

    Heyecanli bir mac olmus, ve ben bir sekilde bir kale ve bir filini sikistirmistim,

    bir koseye hapsolmuslardi, bunu yaparken de benim de bir atim ayni sekilde kimildayamiyordu.

    Oyun ertelendiginde salonda bulunan herkes oyunu benim kazanacagimi gorebiliyordu.

    Cok ilginc diyerek kalkmisti masadan, farkinda misiniz, atini hicbir yere kimildatamiyor.

    Hikayenin sonunu da anlatayim: o oyunu kazandim, ama turnuvayi o kazandi, ikinci kere Ankara sampiyonu oldu.

    Bes yil kadar once Amerika'ya uzmanlik yapmaya gitmeseydi simdiye milli takima da girerdi,

    gercekten iyi oyuncuydu cunku. Iyi satrancci olmak icin durumu nesnel bir sekilde

    degerlendirebilme yetenegi gerekir diyenlere inanmayin sakin.

     


    IV
    - Baba, hani soz vermistin, Ankara'da satranc dernegi var mi diye arastiracaktin?

    Senden baska kimseyle oynayamiyorum. Hem ben yarismalara girmek istiyorum artik.
    - Tamam, bakariz bir ara.
    - Gecen sefer de oyle demistin ama.
    - Tamam tamam, bakariz.


    Babanin bakmasi uzun, hem de cok uzun zaman aldi.

    Sonunda cocuk babasindan umudunu kesti, annesiyle gazetelerdeki

    satranc koselerinden ismini gordukleri Hoca'nin telefonunu bulup telefon ettiler.

    Ben 12 yasindayim, satrancla ilgileniyorum, Ankara'da bir dernek var mi gidip oynayabilecegim,

    veya turnuva duzenleniyor mu hic? Hoca ilgilendi, gelin goruselim diyerek cumartesi'ye randevu verdi.

    Cocuk ici titreyerek gitti randevuya. Yasli ama dinc, sesi gur bir adam, bir duvar dolusu

    satranc kitabi ve cok sessiz bir ev buldu. Hoca'yla bir el satranc oynadilar,

    ama cocuk umdugundan daha az direnebildi. Sonra hoca bir kac pozisyon dizdi,

    soru sordu, burada ne yapardin, burada ne yapardin diye. Cocuk hepsini bildi.

    Sonra anne, cocuk hoca oturdular. Hoca dedi ki, cocugunuz cok yetenekli, iyi de oynuyor,

    isterseniz ders verebilirim. Saati dort bin lira. 83 yilinin dort bin lirasi bayagi iyi para.

    Cocuk bir kac ay ders aldi Hocadan. Dersler pek bir seye benzemiyordu dogrusu

    ama Hoca kutuphanesinden kitap odunc almasina izin veriyordu, elli yillik Rusca dergiler,

    acilis ansiklopedileri, turnuva kitaplari, sayfalarca analiz, kombinezon, ciltler dolusu kitap,

    okumakla bitmeyecek bir hazine.

    Ankara'da ufak bir grup satrancci varmis, cumartesileri bulusur Amerikan Kulturunun

    kafesinde bir kac saat oynarlarmis. Hatta arada bir hafta sonlari ufak turnuvalar bile yapilirmis.

    Cocuk yillar sonra Ankara'da da bir satranc dernegi acilana kadar her cumartesi Amerikan Kulture gitti.

    Yasini basini almis profesorler, ressamlar, uzatmali universite ogrencileri, matrak lise ogrencileri,

    hatta ve hatta arada kizlar. Tasradan gelmis, Yurt-Kur'da kalip mezun olununca is falan

    bulunamayacak bolumlerde okuyan, koca ararken yollari satranc camiasiyla kesismise

    benzeyen kizlar, Hoca'nin ogrencileri.

    Satranc aleminde kizlarin sayisi hic bir zaman ikiyi ucu gecmemistir.

    Soyut, matematiksel bir oyundan mi zevk almazlar, satrancin gerektirdigi

    kadar yogun bir mucadeleye girmek mi anlamli gelmez, kafalari basmadigi

    icin zevk mi alamazlar, satrancci ortami mi fazla erkeksi, kaba saba bir ortamdir,

    kazara yolu dusen kizlara herkes hemen tavlanmasi icap eden kizlar gozuyle bakar da

    ondan mi, bilinmez. Gercek su ki, tek tuk bir iki istisna disinda erkeklerle basabas

    oynayabilen sayida kadin oyuncu hemen hic yoktur.

    Ipek abla istisnalardan biriydi. O da Hocanin kiz ogrencilerindendi, ama farkli olarak hem

    satranci ciddiye aliyordu hem de akilli ve caliskandi. Fakir bir aileden gelen, hani eli yuzu

    duzgun derler ya, oyle bir kizcagiz. Satranca universite yillarinda, o zamanlar kimbilir hangi,

    spor faaliyetleri duzenlemeye duskun burokratin satrancin sonsuz faydalari nasil anlatilarak

    ikna edilmesi ile duzenlenen Yurt-Kur turnuvalari ile baslamis. Allah bilir kendisinden baska

    dogru durust satranc bilen hic kimsenin olmadigi Karadeniz Teknik Universitesinde okurken

    satranci ne vesileyle ogrenmis, hangi ozelligi satrancin, beyninin derinliklerinde bir noktayi

    boylesine esir alabilmis, derslerine calismak, erkeklerle gezip tozmak, Leo Buscaglia okumak,

    okulun voleybol takimina girmek veya evlenip evinin hanimi olmak yerine satranca tutkuyla

    sarilmasina sebep olmus bilmiyorum, Ipek abla'nin hayatinda o gunden beri satranc hep en

    onemli yerlerden birini isgal etti. Mezun olup Ankara'ya yerlestikten sonra senede iki defa ya

    yapilan ya da yapilmayan dusuk seviyeli turnuvalarin bir tanesini bile kacirmadi, eline gecen

    tum satranc kitaplarini uzerini cize cize okudu, rakiplerine karsi hazirliklar yapti, acilislar

    hakkinda defterler tuttu, orada burada buldugu yabanci dergilerden acilis yeniliklerini ogrendi,

    yillik izinlerini Istanbul'a gidip ucra yurtlarda kalarak, kendisinden baska butun oyuncularin

    Istanbul'lu oldugu, birbirini tanidigi bayanlar arasi sampiyonalara katildi, hicbir turnuva boyunca

    bir sonraki macindan baska hicbir seyi dusunmedi, heyecanli maclarda midesine kramplar girdi,

    kaybedince agladi, kazaninca sevinc cigligi atti, onemli maclardan once uyuyamadi,

    ilk katildiginda kil payi sampiyonlugu kacirinca kahroldu, sonraki tum turnuvalarinda

    sampiyon olunca hep ilk sampiyonluk heyecaniyla sevindi. Kendisine cok uzun yillar rakip

    cikmayacagi anlasildiktan sonra bile bir sure daha bayanlar arasi turnuvalara girmeye devam etti.

    Bu arada Turkiye'nin en kuvvetli oyuncularindan Mustafa abi ile evlendi, ozel dersanelerin birinde

    matematik ogretmenligine basladi. Satrancta ulasabilecegi noktaya ulastiktan sonra yavas yavas

    satranc daha az, isi daha cok yer tutmaya basladi hayatinda. Hamlelerini elini titretmeden yapabilmeye

    basladikca galibiyetten de daha zevk alir oldu belki, kimbilir. Birkac yil sonra cocuklari olmadan

    sessiz sedasiz bosandilar Mustafa Abiyle. Dikmende mutevazi bir evde kedisiyle beraber mutevazi

    bir hayat surduruyor simdilerde. Gorustugumuzde beni yeni satranc problemleri ile degil geometri

    problemleri ile siniyor daha cok. Ileride yeniden yogun bir sekilde satranc calismaya baslar mi bilmiyorum,

    hala bir rakip gorunmuyor kendisine bayanlar arasinda.

     


    V
    Botvinnik cok pozisyonel bir oyuncuymus. Maclara cok iyi hazirlanir, rakibini cok iyi analiz edermis.

    Tal hep atak yaparmis, fedalarinda delik varsa bile ancak aylar, yillar sonra bulunabilirmis, masa basinda

    rakibi dogru hamleyi bulamaz ve kaybedermis. Bir maclari var, olamaz boyle sey, akil almaz fedalar yapiyor,

    buyucu gibi.

    Ama onun da pozisyonel oyunu cok iyi degilmis baksana, rovans macinda Botvinnik perisan etmis adami.

    Hayir efendim, sen oyle san, Tal'in sagligi perisan haldeymis rovans maci sirasinda, bobrekleri mahvolmus durumdaymis, hastaneden cikip geliyormus maclara.

    Ah tabii, bir de Petrosyan var. Kolay kolay hic mac kaybetmezmis adam, onceligi hep savunmaya verirmis, pozisyonunda hic zayiflik olmazmis, her seyi saglama alip oyun sonunda kazanirmis.

    O zamana kadar da hep minik minik manevralar yapar, rakibin pozisyonunu zayiflatirmis.

    Bir gun Hoca telefon etti. Ankara Sampiyonasi varmis, elemeleri de coktan bitmis, final

    duzenlenecekmis, cocuk dogrudan finale katilmak ister miymis. Cocuk tabii ki isterdi.

    Merak etme, ben diger hakemleri ikna ederim, yalniz bak sana guveniyorum, tutup da sonuncu

    falan olmazsin, di mi? Cocuk olmam dedi.

    Cocuk sampiyonaya katildi. Sampiyona 9 tur isvicre sistemiydi, yani herkes toplam dokuz mac yapiyordu,

    her turda puan siralamasi yapiliyor, herkes kendi puaninda biriyle eslestiriliyordu.

    Cocuk dokuz macinin dokuzunu da kaybetti. Ilk maci kaybedince dogal karsiladi, ikinci maci kaybedince

    (unlu bir oyuncuya karsi kazanc durumu elde etmisti, olmayacak bir hatayla kaybetmisti) cok uzuldu,

    ucuncu maci kaybedince agladi. Dorduncu mactan sonra annesi her mactan sonra aglayacaksan

    oynamana izin vermeyecegim, besbelli senin seviyenin yukarisindaymis bu turnuva dedi.

    Cocuk sonraki maclarini aglamadan kaybetti.

     

     

    VI
    Cocuk bir kac ay sonra Hoca'dan ders almayi birakti. Ders ders olmaktan cikmis para karsiligi

    kutuphane kullanma iznine donusmustu. Hoca bir sure daha baskalarina ders vermeye devam etti,

    sonra yavastan gazete ve dergilerdeki koselerini baskalarina devretmeye basladi, ogrencileri

    birer birer azaldi, kizlari teker teker okullarini bitirip koca buldular, Turkiye disa acildikca disaridan daha yeni,

    guncel satranc kitaplari da bulunmaya baslandi, Hoca'nin tarihi dergileri onemini kaybetti.

    Camiada pek de sevilen bir kisi olmayan Hoca bir sure ortalikta gozukmedi, sonra birkac yil once

    federasyonun yillar suren mucadelesi sonucu satranc devlete baglaninca resmi olmayan ve kanun

    hukmu geregince kapanan mevcut federasyonun baskaninin isyan dolu, yillar boyu federasyonu

    ellerinde bulundurmus Istanbullularin ofke dolu, Ankara'lilarin -ne de olsa bizdendir- biyik altindan

    gulen ve istisnasiz herkesin hayret dolu bakislari arasinda federasyon baskanligina atandi.

    Hoca bir yil kadar federasyon baskanligi yapip sonra istifa etti, gercekten emekli oldu.

    Federasyon baskanligina satranccilikla bir ilgisi olmayan, ama kamuoyunda beyin, zeka, teknoloji gibi

    konularda imaj yapmis ve politik baglari guclu yine Ankara'li birisi getirildi. Eski Istanbullu federasyon

    baskani kendisini Bric federasyonu baskanligi ile oyaladi. Hoca da hala arada dernege gelip gider.

    Oldukca yaslandi, yasliligi terbiyesiz fikralar anlatmasina engel olmuyor, yirmi yil once bir kere katildigi

    satranc olimpiyatindaki anilarini anlatmayi da bir turlu bitiremedi. Arada bir hafta sonu turnuvalarina

    girdigi bile olur, bir de acilislara, torenlere onur baskani sifatiyla katilmaya devam eder.

    Capablanca hayati boyunca alti yuze yakin mac oynamis, sadece 36'sini kaybetmis. Hem de oynadigi

    insanlar oyle amator satranc heveslileri degil, hayatini satranca adamis insanlar, dunya capinda isimler.

    Cocuk Amerikan Kulturde katildigi birkac turnuva, bir de ustune Ankara Sampiyonasi felaketini ekle,

    36 hakkini simdiden doldurmus durumdaydi. Onlar buyuk, ben de onlarin yasina gelince yenerim demek

    teselli degil, tum dunya sampiyonlarinin genc yasta da cok iyi oyuncular olduklari bilinen bir gercek.

    Fischer 28 yasinda sampiyon olmus mesela, topu topu on bes yil sonrasi. Cocuk daha cok calismali.

    Cocuk calisti. Her gun bir saat erken kalkip satranc calisti. Okulda teneffuslerde satranc calisti.

    Bulabildigi seviyesinin ustundeki tek tuk kaynaklari icine sindire sindire ogrenebildi mi, yoksa bir kismini

    ustunden tekrar tekrar gece gece ezberledi mi, can sikici yerlerde pozisyonu dusunmeyi birakip kimi nasil

    yeneceginin hayaline mi daldi, tartisma goturur.

    Oolum, Askin seni havada karada yener. Yok canim! Heralde, ne sandin? Askin G subesinin birincisiydi.

    Buyukler bir yere kadar, ama kendi yasindaki birisinin de ondan iyi olabilecegini cocugun kabullenebilmesi

    cok zordu. Askin biraz kisa boylu, sevimli yuzlu bir cocuktu. Cocuk Askin'i gayri resmi orta birler arasi

    unvan macina davet etti, bir hafta boyunca ogle tatillerinde mac yaptilar. Cocuk 4-0 kazandi,

    ama galiba dort macta da Askin iyi durum elde etmisti. Pozisyonel oyunu gayet iyiymis, biraz taktigi zayif o kadar.

    Cocuk o yil ortaokullar arasi Turkiye Birinciliginin finaline katildi, ucunculugu paylasti.

    Oglum, el tokadi yemeyen kendi yumrugunu balyoz sanirmis, bu is boyle,

    calis, sen birinci ol seneye istiyorsan. Babasi cocugu boyle teselli etti.

    O yil birinci olan cocuk Edirne'den gelmisti, orta ucteydi. Tum maclarini kazanmisti.

    Edirne'li cocuk ondan sonra bir daha hic bir satranc turnuvasina katilmadi. Fakir bir aileden geliyormus,

    astimi yuzunden bir kac yil liseye de ara vermek zorunda kalmis. Sonunda liseyi bitirebildiginde

    universite sinavinda Turkiye birincisi olarak Bilkent Elektronige girecek, ertesi yil ise bir kez daha

    universite sinavina girip bu sefer Turkce-Matematik puaninda Turkiye birincisi olarak Bilkent

    Isletmede okumaya baslayacakti. Satranc camiasinda adi hic duyulmayacak, ama dersaneler

    ve universite sinavina hazirlanan gencler arasinda kendi capinda boyle bir efsane olacakti iste.

    Cocuk orta ogrenimi boyunca iki kere daha katildi okullar arasi satranc yarismalarina.

    Ertesi yil, okul elemesinde Askin'la finalde berabere kaldi, kura cektiler, Askin cikti,

    Turkiye birincisi oldu. Lise birde son macini kaybedip ucuncu olabildi. Lise ikide birinci oldu.

    Lise ucte ne isim var boyle zayif turnuvada dedi, katilmadi!

     


    VII
    - Tabii, Istanbul'da dernek var, bir suru turnuvalar yapiliyor, arada cok iyi oyunculari var, imkanlari genis.

    Ankara'da da yetenekli oyuncular var elbette, ama hic imkan yok. Kac yildir milli takimi hep

    Istanbul'lular dolduruyor. Hem de, her yil Istanbul'da yapiliyor Turkiye birinciligi, kalacak yer yok,

    yok Cevizli Bahce'de, yok Fatih'de, ucra koselerde bir yurt bulursak ne ala, saatlerce yollara dus, mac oyna. Istanbullular nasil pislik herifler ustelik, kendi aralarinda kisa berabereler yapip, disaridan

    gelenlere karsi tum gucleriyle oynuyorlar. Mafya olmuslar iyice, disaridan gelenlerin

    aralarindan siyrilip milli takima falan girmesi imkansiz neredeyse.

    Aynen boyle dusunulurdu iste Ankara'lilar arasinda federasyon bize gecmeden once.

    - Tabii, Soylu baska. Tek Ankara'li Turkiye sampiyonu. Gerci simdi o da Canakkale'ye tasindi.

    Cok caliskanmis o, hem de yetenekli, ilk turnuvasinda gitmis herkesi yene yene sampiyon oluvermis.

    - Dernek kursak, turnuvalar olsa, bizden de sampiyon cikar tabii, ama bu sartlarla zor.

    Cocuk icin Istanbul'lular hepsi birbirinden igrenc, ukala ve kendini begenmis insanlar olarak kaldi yillar boyu.

    Tabii, federasyon onlarin elinde, tasrada satrancin gelismesi falan da umurlarinda degil.

    Biz Ankara'lilar halbuki, gayet hos, efendi ve amator insanlariz.

    Istanbul'un tahti ancak simdilerde, tarafsiz bir federasyon, yavas yavas tum buyuk illerde

    kurulan satranc dernekleri, en onemlisi deplasmanli satranc liginin baslatilmasi ile yavas yavas

    sarsilmaya basladi. Hala milli takimin yarisindan cogu Istanbul'lu oluyor, ama artik Istanbul'lu

    satranccilarin ayird edici ozelliginin digerlerinden cok daha iyi oynamalari oldugu soylenemez,

    hatta cirkef konusunda da herhangi bir liderlikleri kalmadi artik. Ayird edici bir ozellikleri varsa

    hem sayica cok olmalari, hem de insan olarak daha fazla cesitlilik gostermeleri, her cesitten

    insan barindirmalari soylenebilir ancak.

    Istanbul'daki dernek Beyoglu'nun ara sokaklarindan birindedir.

    Pis, karanlik bir binanin icinde los bir mekan. Emekliliklerinden beri satranc disinda baska

    bir seyle istigal etmemis ak sacli ihtiyarlar, psikopat ve bir baltaya sap olamamis adamlar,

    her Istanbulluda bol miktarda bulunan ozguvenden bile daha fazlasina sahip Galatasaray'li gencler,

    kendini Hyde parkta sanarak sandalyeye cikip en yeni dinini bagira bagira vaaz eden koca bebekler,

    sizofrenik takilanlar, turnuvalardan para kazanamadigi surece Casinolarda krupiyelik yaparak gecinen

    ve universiteye hala kayitli olup olmadigini bile hatirlamayan ve artik

    pek genc de denilemeyecek yasta adamlar, kufurlu ortamlara tahammul edebilen az sayida

     "kafa dengi" denilen kizlardan, yazlari adalara tasinan bir iki Musevi, degil satranc, tavla,

    hergelelikte bile Turkiye sampiyonu olacagina aklinizin kesmeyecegi sampiyonlar, yeni buldugu

    formulle gelecek at yarisinda zengin olacagindan emin tipler, digerleriyle bir olup civitmamayi

    ve evinde "gizli gizli" calisip seneye Milli Takima girmeyi kafasina koymus ve fakat evde ici

    bunaldigi icin hafta sonluguna soyle bir ugramis sessiz herifler, doksanbirde Bulgaristan'dan

    goc etmis, kalacak yeri olmadigi icin orada yatip kalkan, cocuklara verdigi satranc dersleri ve

    kirk yilda bir duzenlenen odullu turnuvalardan kazandigi oduller ile ancak karnini doyurabilen

    bir usta. Gireninin cikaninin belli olmadigi, tam Istanbul'a yakisir, tam Beyogluna yakisir bir mekan.

    Zenginle fakirin, issiz ile bol parali genc muhendisin, kulaginda Walkmen, rap dinleye

    dinleye oyununu oynayan Suadiye'li delikanli ile sair olmaya karar verdiginden beri okuluna

    ugramamis, nereden geldigini kendisinin de bilemedigi parayla dort kisi bekar evi tutmus

    Istanbul Universiteli gencin, zeka ile ickinin, kumar ile satrancin, pislik ile estetigin, karanlik

    ile nesenin ic ice gectigi, Orhan Pamuk ile Bukowski'nin ayni olcude ilham alabilecegi bir yer.

    Yuksek tavanlari, kisin isitmayan sobasi, hemen yandaki camiiden iceriye dolan ezan sesleri

    ve alt kattaki Haci Abdullah lokantasi ile, Inci Pastanesinin, Cicek Pasajinin, ucuzcu kofte

    piyazcilarin, pavyonlarin ve kulturlu genclerin musterisi oldugu sinemalarin ortasinda, tam da

    Istanbul'a yakisan, Istanbul kadar karmasik, Istanbul kadar akil disi, Istanbul kadar civil civil

    bir yer, Istanbullu satranccilara yakisan bir satranc dernegi.

     


    VIII
    Mustafa abi camiamizin kose taslarindan biridir. Ben beni bildim bileli hep ayni yastadir Mustafa abi,

    ellisine yaklasmis olmali, yaslanmadigi gibi eskiden hic genc olmus mudur gozumde canlandiramiyorum.

    Kisa boylu, minyon tipli, hep ceket kravat giyinen, biraz neseli, biraz yorgun, neseli oldugu zamanlarda

    ayni esprileri tekrar tekrar yapip konuyu bir anisina baglayan, duzenli, intizamli bir insan.

    Mustafa Abi yirmi bes yil boyunca hep Turkiye'nin en iyi satranccilarindan oldu. Nice sampiyonlar geldi

    gecti, kimi coluk cocuk derdine dustu, kimi kayiplara karisti, kimi bir ara parladi, sonra sondu, yeni

    kusaklar yetisti, Mustafa Abi her zaman milli takimdaki yerini korudu. Hicbir zaman Turkiye'nin en

    iyi oyuncusu olamadi, her zaman ilk dorde girdi.

    Ankara'ya yerlesmeden once gecirdigi hayat hakkinda fazla bir fikrim yok Mustafa Abinin.

    Istanbul Universitesinin endustriyel tasarim mi desem, oyle bir bolumunu bitirmis ama ilk gencliginden

    beri satrancci olmayi kafasina taktigi icin meslegiyle fazla ugrasmamis, epey fakirlik cekmis olmali.

    Pendikte otururdum, turnuva icin her gun ucerden alti saat yol yapardim diye hikayeler anlatir arada.

    Duzenli bir isi ve gelecek garantisi olmadan yine de hayatin kiyisina tutunabilmis bir insan Mustafa Abi.

    Ankara'da kisa sure yasayip sonra Canakkale'ye yerlesen Soylu'dan beri Ankara'da bulunmus en iyi

    satrancci oldugu icin Ipek ablayla evlenip Ankara'ya yerlestiginde hepimiz bayram etmistik.

    Onun gelmesi ile birlikte Ankara ilk defa kurumsallasmayi basarmis bir lokal gordu.

    Satrancci olmayan birisine hic bir sey ifade etmeyecek olan sohreti ve intizamli,

    karsi tarafta guven uyandiran yapisindan baska bir sermayesi olmadan Turk Egitim Vakfini

    ikna ederek Kizilaydaki vakif binasinin ust katini satranc lokali olarak isletmeye basladi.

    O gunden beri Ankara'li satranccilarin gurultulu, sigara dumanli ve karanlik Fatih

    Kiraathanesi disinda satranc oynayabilecekleri ikinci bir yer vardir, kucuk, sevimli, temiz

    ve cay icmenin istege bagli oldugu bir daire.

    Hafta sonlari ilkokullardan, ortaokullardan ogrenciler gelir, ortalik oradan oraya kosusturan

    minik veledler ve satranc ogrenmenin cocugun derslerine ve dolayisiyla Anadolu Liseleri sinavlarina da

    yararli olabilecegi umidi besleyen anne babalarla dolar. Diger zamanlarda meydan mudavimlere kalir.

    Mudavimler genellikle erkek, genellikle yirmili otuzlu yaslarinda, eve gidip televizyonun karsisina

    gecmekten icgudusel bir korku duydugu icin orada bulunan, donem donem dis dunyada arkadas

    bulamadigi icin dernege takilan, donem donem dernekteki arkadasliklari da icten bulmayip yeniden

    dis dunyaya acilma denemesi yapmak uzere dernekten elini ayagini kesen tiplerdir.

    Arada evli barkli, kurulu duzeni olan, kultur ve egitim seviyesi erkek erkege ortamlarda bulunmaya

    duydugu ozlemi aksamci olup arkadaslariyla icmeye giderek, veya kahvede okey veya tavla oynayarak

    gidermeye azicik fazla gelen muhendis, doktorlar da vardir elbet. Ama cogunluk henuz ozgur,

    cakallik gunlerini daha geride birakmamis, cogu zeki, cogu duzenle ve kendileriyle ilgili sorunlari olan,

    satranci ancak hayati, hayati ancak satranci aldigi kadar ciddiye alan tiplerdir. Kimi okulundan

    atilmis af sinavi bekliyordur, kimi artik af sinavini bile beklemiyordur, kimi is arayip bulamiyordur,

    kimi kolejlerde yetismis olsa, bol kizli alemlere girebilecek gorgusu ve yirtikligi olsa bastan satranca

    falan takilmazdi, kimi gizli gizli artik evlenmek, coluk cocuga karismak istiyordur, kimi hala cok iyi

    bir satrancci olabilecegi hayali icindedir.

    Hele bir de izleyici varsa en iddiali tavla macini aratmayacak kadar gurultuyle bes dakka oynanir,

    herkes bagira bagira sohbet eder, o gunlerde gundemde ne varsa mutlaka bahis mevzuu olur,

    televizyon ve mizah dergilerindeki espriler tekrarlanir, Mustafa Abi icerideki odasindan cikip beyler

    yavas lutfen der, hava guzelse gizlice balkona cikilir, Mustafa Abi icerideki odasindan gelir,

    balkona cikmak yasak lutfen, ayip oluyor ama der, yeni hevesli adamlar ilk defa dernege gelip

    en kibar ses tonlariyla mac teklif ederler, hafif burun kivirarak bir iki mac yapar, en inandirici

    bir sekilde aranizda uc dort gomlek fark oldugunu kanitlar ve mac teklifini kabul etmenizin

    bile ne buyuk incelik oldugunu davranislarinizla vurgularsiniz, ders bittigi halde gidip basket

    oynayacagina hevesle dernekte durmaya devam eden cocuklara takilirsiniz, bir kisi icerideki

    minik kutuphaneden aldigi dergideki bir maci analiz etmektedir, yanina cokup fikir yurutursunuz,

    bes dakika sonra sikilirsiniz, ne oyle calis calis ne olacak sanki!, takim maci yapmak icin

    eleman ayartmaya baslarsiniz, Mustafa Abi saatlik gurultu uyarisini yapmak uzere gelir,

    bu sefer icerlersiniz lokal mi, askeriye mi anasini satiim der millete hadi Sakarya'ya gidip

    iki bira cekelim veya hadi bilardo oynayacak yok mu dersiniz, Mustafa Abi iyi iyi gidin en iyisi,

    saat yedi oldu, kapatacagiz birazdan zaten der.

    Cayci Mehmet Bey vardir bir de; caycilara efendi diye hitap edilir hep, beylik doktorlara

    muhendislere yakistirilir di mi, bizim Mehmet Bey'e bey demek yakisir ama. Mutfaginda oturur,

    her gelene hosgeldiniz der, nasilsiniz Mehmet Bey dersiniz, iyiyim Allaha sukur der, aksam

    yemegini orada pisirir yer, kasarli sandvicinizi icine kasar koyarak yapar, satranc bilmez,

    oynayanlara da hep saygili, ama azicik koca adama yakisir miymis boyle oyun oynamak

    der gibi bakar, cayi her zaman taze demlidir, ama istenmeden getirmez, cikarken

    Mehmet Bey param yok, borcumu yaz bir kenara dediginizde hic istisnasiz, bos ver, canin sagolsun der.

    Ipek ablayla bosandiktan sonra da, sevmis olmali ki Ankara'da yasamaya devam etti Mustafa Abi.

    Lokal icin basta daha guzel hevesleri vardi, yabanci dergiler, genis bir kutuphane, calismalar,

    aylik turnuvalar, yilda bir buyuk bir odullu turnuva.. Sonra onun mu hevesi kirildi, yasi onbesi geckin

    olup da ciddi calismaya niyetli hic kimse yokmuymus ortamda meger, tekduzelige kapildi gitti dernek de.

    Kutuphaneye on oniki tane kitap alindi ancak, yabanci dergiler ya geliyor ya gelmiyor, bilgisayarda

    durup durmakta olan yuzbin oyunluk veri tabani kimseyi ilgilendirmiyor. Geleneksellesmek

    uzere duzenlenen birinci falancayi anma turnuvalarinin ikincisi gerceklesmedi bir turlu.

    Mustafa abi de federasyonda idari gorevler aldi, hakemlik kurslari falan aciyorlar,

    iki yildir duzenlenen ligi hale yola koymaya calisiyorlar, yillik iznini alip sehir disinda bir

    turnuvaya gitmediyse vosvosuna binip sabah onbirde evden geliyor, velilerle gorusuyor,

    gazetesini okuyor, iki yuz kusur kupona aldigi muzik setinde yetmisli yillardan kalma rock

    parcalari dinliyor, gelenlere gurultu yapmayalim diyor, her gun bir toplanti, yapilacak bir

    faaliyet oluyor, onlara kosturuyor, hepimiz gibi yasayip gidiyor iste. Bir oda bir salon,

    kirasi ucuz bir ev ariyor kac yildir bir de, bir turlu bulamadi.

    Fatih'ten bahsetmeden Ankara'nin satranc ortaminin tasvirini yapmaya kalkarsaniz birseyler eksik kalacaktir.

    Fatih bir insanin degil bir kahvenin adi, lokal ile kahve, yin ile yang. Ankara'da dernek acilana kadar

    haftanin her gunu, gunun her saati satranc oynanan tek mekan.

    Mesrutiyetin arka taraflarinda soluk, havasiz, izbe bir kahve, Ankara'da satranc oynanan

    tek kahve, otuz yil once de orada satranc oynaniyordu, degisen zamanlarla satranc

    camiasinda ciddi sosyolojik degisiklikler olmazsa otuz yil sonra da oynanacak.

    Kac tane dernek acilirsa acilsin, satranc ne kadar nezih bir ugras haline gelirse gelsin,

    kahvenin sereserpe rahat ortamini tercih edecek satranccilar, dernekte bric oynanmasina

    izin verilmedigi icin sinirlenen satranccilar, ogle yemegi kola sandvic degil cayla simit olan

    satranccilar hep olacaktir cunku.

    Fatih'e ne disaridan baktiginizda, ne de iceri girip ortama bir goz attiginizda iki kusak

    boyunca tum Ankara'li satranccilara mekan olmus bir yer izlenimi edinemezsiniz.

    Evet, ortalikta bir kac tane satranc takimi da vardir, ama ne bir kitaba, ne de gurultusuz

    bir ortama rastlayamazsiniz. Takimlar kirik dokuktur, satranc saatinden eser yoktur,

    uc masada satranc oynaniyorsa bes masada bric ya da kaptikacti oynaniyordur.

    Haci bes dakikada bir caylari birakir. Mac varsa televizyonun sesi sonuna kadar aciktir.

    Her maci dort bes kisi izlemekte ve yorum yapmaktadir, tahtada her an iki uc tane el

    iki uc ayri hamle gostermektedir. Insanlarin da diger kahvelerdeki insanlardan farkli bir

    tarafi goze carpmaz. Ogle tatilinde gelip iki el atan memurlar, orada gazetesini okuyan bir

    ihtiyar, arka tarafta kumar oynayan urkutucu tipler, kizli erkekli ortamlarda hic bulunmamis

    siyasalda okuyan tasrali delikanlilar, isi cesitli islere girip cikmak olan dalgaci gencler.

    Bir ay once Mustafa Abiyle kavga ettiginden beri dernege ugramayan, sacma sapan bir

    espriyi tekrar edip duran adam gercekten gecen yilin Ankara Sampiyonu mudur?

    Bir kosede bric oynayan, ortagiyla birlikte karsi tarafi kekleyip bira parasini cikarmaya calisan

    sempatik herif mi kale oyun sonlarini cok iyi bilen? Kenardan her hamleye karisip zevzeklik

    eden yasli adam yillarca dernek baskanligi yapmis, yillarini bu ise vakfetmis oyle mi?

     

     

    IX
    Suat Atalik kadar iyi degilsen satranc oynayarak para kazanamazsin.

    Bu boyle. Satranctan para kazanabilirsin ama. O kadarina cesaretin ve

    paran varsa dernek lokali acmayi deneyebilirsin mesela. Ankara'da

    Mustafa abiden once iki deneme olmustu, ikisi de batmisti, ama Istanbul'da tutunanlar oldu,

    belki Izmir'de de sansin yaver gidebilir. Dergi cikarmayi deneyebilirsin.

    Para kazanman zor ama cok emek verirsen belki batmamayi basarirsin.

    Yok, cok parada da gozum yok zaten, garantisi de olmasin, yeter ki iki uc kurus kazanayim

    diyorsan ogretmenlik yaparsin. Ogrenciyi de en iyi ya ilkokullardan ya da kreslerden bulursun.

    Baska hic bir geliri olmadan sadece ders vererek hayatini kazananlar var. Iyi oyuncu olman gerekmez,

    biraz cocuk eglemeyi bileceksin, biraz tecruben olacak, biraz da kendini pazarlamayi bileceksin,

    kendine guvenli bir edayla ozel okullarin kapisini calip cok iyi satranc dersi veririm ister misiniz diyebileceksin.

    Ben de universitedeyken bir yil kadar kreslerde satranc dersi verdim. Sonra da biraktim, hem, is,

    gercekten paraya ihtiyaci oldugu icin degil, babasindan aldigi harcligi begenmedigi icin

    gonul eglendirmeye gelen sorumsuz bir genc icin fazla yorucuydu, hem minikligimi unutmusum,

    cocukla cocuk olmayi unutmusum, hem de sonradan minicik cocuklarin kafasini utulemeyi ahlaki bulmamaya basladim, en onemli sebep de buydu.

     

    Cocukluk donemi, mutlu, kaygisiz bir donem olmali, rekabet ve deli gibi calisma donemi degil.

    Kreslerde ac kapiyi bezirganbasi oynanmali, satranc degil. Satranc da oyun gibi, sarkiyla,

    sohbetle anlatilabilir diyorsunuzdur belki: Haklisiniz, once Ingilizce, sonra bale dersinden cikmis,

    bir taraftan uykulu, yorgun, bir taraftan nereden edindilerse o yastan edinmisler,

    geri zekali bir hirs dolu minicik cocuklari, sevilme istegi simarikliga donusmus, karsisinda

    oturan dort yasindaki arkadasini yenemezse artik sevilmeyeceginden emin dort yasindaki bebeleri,

    yeter ki kafa sisirmesinler, yemeklerde usluca siraya girsinler uyku vakti gelince sizlanmasinlar,

    baska derdi olmayan, sevgi degil disiplin dolu kres ogretmenlerini, derslerden sonra gelip nasil,

    oglum cok zeki degil mi, yasina gore cok iyi oynuyor satranci degil mi diyen anne babalari,

    hatta bes yasindaki ogluma Nietche okuyorum, cok iyi anliyor, benim oglum dahi

    diyen manyaklari gozunuzde canlandirabilmenizi beklemiyorum.

    Bir taraftan diger satranc dersi veren arkadaslar gibi aile gecindirme derdim olmamasi,

    isim hakkinda boyle ahlaki endiseler bile tasiyabilme luksune sahip olmamin verdigi

    sucluluk duygusu, bir taraftan kendime acimam, ne diye sinirlerimi bozuyorum ukala cocuklar,

    eli sopali ogretmenler ve sapik anne babalarla.

    En cok da cocuklara acidim tabii, hala da acirim, o gunlerde ortmenim filine dokundu

    oynamiyor bir sey soyleyin suna diyen cocuklar simdilerde de ilkokul dorde falan gecmis

    dersaneye baslamis olmalilar.

    Hem aciyorum cocuklara, hem de hic birini sevmiyorum. Ah, Hakan baskaydi tabii. Hakan baska.

    Hakan benim ogrencim degildi, ilkokuldaydi, TED'in hafta sonu derslerine devam ederdi.

    Gordugum en gozleri isil isil cocuktu. Ne ukalaligi vardi, ne kendini begenmisligi; simarikligi

    da her cocukta olmasi gereken kadardi, ne eksik, ne fazla. Ilk geldiginden bir yil sonra

    yasitlarinin tamamindan cok daha iyi oynuyordu, iki yil sonra ortamdaki liselilere denk oynuyordu.

    Sandalyeye oturdugu zaman boyu tahtanin obur ucunu gormeye nasil yetiyor sasardim.

    Uzak bir tasini oynatmak icin ayaga kalkmasi gerekirdi. Elini saclarinin arasina alir,

    uflaya puflaya dusunur dusunur ve her seferinde parlak bir hamle bulurdu.

    Hata yaptigi zaman dudaklarini simsiki yapistirir, bir taraftan gulumser,

    bir taraftan kafasini iki yana sallardi. Dalga gecme derdik dernekte hocalik yapabilecek kadar

    iyi kim varsa, Hakan dalga gecme ciddi oyna. Ciddi oynuyorum hocam, derdi her seferinde,

    yari korku, yari saygiyla, sunu soyle soyle dusunmustum ama burayi gormemisim. Sonra da

    gulerdi, sevildiginden emin cocuklar gibi gulerdi.

    Yillarin otesinde kalmis baska bir, zamaninda yetenekli denilmis cocugu hatirlatirdi Hakan bana,

    ama Hakan ondan daha iyiydi. Daha yetenekli, daha inatci, yenilgiyi daha zor kabullenen.

    Buyuyene kadar tum Ankara'lilarin kivanci, Istanbul'lulara karsi gururu oldu Hakan.

    Bir taraftan ciddi durmaya, simartmamaya calisirdik, bir taraftan kucaklayip icimize

    sokasimiz gelirdi. En ufak bir simarsa hemen kaslarimiz catardi, Hakan sen bu gidisle ancak

    Cem falan gibi bir oyuncu olursun, o da zamaninda yetenekliydi, ne oldu simdi?

    Kucuk yas gruplarinda birinci olurdu, buyukler turnuvalarinda arada cok iyi oyunculardan

    berabere kaptigi olurdu, tatmin olmazdik hic. Iyi iyi, ama daha iyi de olabilirdi. Yeterince calismiyor musun yoksa?

    Hakanin babasi ilkokul ogretmeni, annesi ev hanimi. Cok orta halli, mutevazi,

    okumus yazmis bir aileden geliyor. Kendisinden dort yas buyuk abisi de basladi Hakan'a

    ozenip satranca, Hakan dokuz, kendisi onuc yasindayken bile onun kadar iyi oynayamadi.

    Oglunu birakip almaya dernege gide gele babasi da satranc ogrendi iyi kotu. Uzun uzun

    oynamak icin yasi azicik gectiginden federasyonun actigi kurslara katildi, ulusal hakem oldu o da.

    Her satranc derneginden bir Capablanca, her muzik kursundan bir Mozart, her bale okulundan

    bir Nureyev cikacak degil ya, bizim de Hakan'imiz vardi iste. Iyi, Turkiye'de dogru durust turnuva

    olmuyor, antrenor yok, kaynak kisitli, iyi oyuncu az, dunya sampiyonu olacak hali yok,

    ama Turkiye sampiyonu hem de dunya capinda buyuk usta da mi olamayacak yani?

    Herhalde olamayacak. Dunya capinda oyuncu olmak icin okulu ikinci plana atmak lazim,

    disariya turnuvalara gidip gelmek lazim. Ya aile zengin olacak, ya devlet komunist ulkelerdeki

    gibi ilgilenecek, aylik baglayacak. Her sehirli cocuk gibi Hakan da bir yil dersaneye gitti, Anadolu

    liseleri sinavlarina hazirlandi. Isiltili gozleri satranc tahtasi disinda bir sey gormediginden -

    bir de futbol antremanlarina gidip gelir, futbolu da cok iyiymis dediklerine gore - iyi bir yer

    kazanamadi. Sonra yukselis koleji satranctaki yetenegine bakarak burs vermis, orada okumaya basladi.

    Yillar gecti, Hakan hep ayni kaldi. Giderek daha iyi basarilar elde etti, iyi oyuncular bir araya gelerek

    lig usulu yaptigimiz turnuvalari goturmeye basladi, genc milli takima girdi, ama hep ayni kikirdayan,

    dimdik sacli cocuk olarak kaldi. Boyu da buyumedi, ergenlik sivilcesi bile olmadi dogru durust yuzunde.

    Harika cocukluktan harika oyunculuga degil, ancak cok iyi oyunculuga terfii edebildi. Son zamanlarda

    turnuvalara da pek giremiyor zaten, malum universite sinavi. Muhabbeti tatlidir, koca liseli adam oldu

    hala abili ablali konusur. Dernekten guruh halinde Avrupa Kupasi maclari seyretmeye gidilecegi zaman

    ilk hazir asker odur. Ickiyle arasi pek yok, ama biz icerken bize ozenip bir bira cektigi de olur.

    Kiz arkadasin var mi deriz her seferinde, azicik kizarir, yok der, guler. Oglum yakisikli adamsin,

    neyini begenmiyor kizlar deriz, bilmem ki valla der, guler, hadi korleme oynayalim der sonra da.

     


    X
    - Mustafa abi ben cok yetenekliyim Mustafa Abi, dusundum calisirsam bu yil Turkiye Sampiyonu olabilirim

    Mustafa abi, ne dersin Mustafa Abi?

    - Of, Evren vallahi kafa utuledin yani. Turkiye Sampiyonlugu kim, sen kim? Daha Ankara elemelerinden

    cikip Ankara finallerine cikmayi beceremiyorsun. Ne bileyim yetenekli misin degil misin,

    bos bos konusacagina calis gel, anlasilsin yetenekli misin, ne haltsin.

    - Mustafa Abi, niye oyle diyorsun Mustafa Abi, ben cok iyi oyuncuyum. Hatta seni de yenerim biliyorsun,

    istersen oynayalim.

    - Evren git basimdan, git icerde baskasiyla oyna.

    Evren yirmi yaslarinda bir cocuk. Veya bebek de denebilir. Yakin zamana kadar Istanbul'da otururdu,

    oralardan duyardik hikayelerini. Nerden geldiyse Ankara'ya geldi, hani bir taraftan da eglence oluyor

    ama hakkaten can sikiyor arada. Vasat bir oyuncu, yetenegi olduguna da hayatta inanmam.

    Gelir zirva zirva laflar eder, durdan sustan anlamaz.

    Geri zekali kesinlikle degil, aptal da denemez. Ama sosyal yani gelismemis, psikolojik sorunlari var.

    Kapi gicirtisi gibi bir sesle konusur, illa ki kendinden konusur. Espri yapar, esprisi bir seye benzemez,

    insanlarin arkasindan konusur, arada maclarda ahlaksizlik yapar, tasina dokunur, baska tasi oynar,

    dokunmadim diye yemin eder. Bir taraftan da cok saf bir yani var, o anda ne dusunuyorsa onu soyler.

    Bir kizin telefonunu bulmus bir yerden iki uc hafta telefon sapikligi yapmis, gelir onu anlatir mesela.

    Iki gun sonra da polise soylemeyin, ne olur diye gelir aglar, bir hafta

    sonra yine devam etmis sapikliga onu anlatir.

    Calismiyor, okumuyor da, liseyi bitirmis mi, onu da bilmiyorum. Anne babasi ayriymis bildigim,

    babasi da zengin olmali, cocuk karar verdim, ben Ankara'ya yerlesecegim diyor, kalkip yerlesiyor,

    hesap sorani yok. Parasi da Allah artirsin, deli gibi.

    - Mustafa abi, Suat Atalik bir robot olabilir mi Mustafa Abi. Hic mac kaybetmiyor

    Mustafa Abi. - Evren, yine bos bos konusmaya basladin sen.

    - Gecen yil seni yendi, ondan diyorsun Mustafa Abi. Senden iyi, biliyorsun.

    Aslinda ben de senden iyiyim Mustafa Abi. Istersen oynayalim Mustafa Abi.

    - Yaa, sen Istanbul'a donmeyi dusunmuyor musun hic? Bak, ozlemislerdir seni, ciddi soyluyorum.

    Hayir, daha anlayisli davranmak lazim belki, ama burasi da cocuk avutma merkezi degil ki.

    Ilkokullu cocuklar da geliyor, kat kat daha olgunlar. Bir ara, onune gelenle pastasina oynamaya basladi.

    Iyi, belesten pasta yiyoruz, fena mi? Oglen uzeri geliyor, macini yapip kaybediyor,

    sonra pastanin ustune yatiyor. Ertesi gun yine pastasina mac yapalim diyor.

    Yok, once eski pasta borcunu ode bakalim. Gidiyor, pastayi aliyor geliyor, dernekte

    o an kim varsa bolusup pastamizi yiyoruz, mac yapiyor, yine kaybediyor.

    Oglum, boyle git gel sana da zor oluyor, sabahtan al pastani yanina pesin pesin,

    oyle gel, hem yiyelim hem oynayalim.

    Bir keresinde ne yaptiysa Mustafa Abiyi iyice kizdirmis artik, tamam oynayalim dedi Mustafa abi.

    Ama kazanirsam pasta falan istemem, uc ay dernege adimini atmayacaksin kabul mu?

    Kabul, ben cok iyiyim Mustafa Abi, gor simdi nasil zimbalayacagim seni.

    Evren maci sifira karsi kaybetti. Kos kos gitti. Ertesi gun telefon, Mustafa Abi bir arayayim dedim,

    Mustafa Abi. Ne var ne yok orada, isler nasil gidiyor Mustafa Abi? Her gun dort defa ariyor;

    kimler var orada Mustafa Abi, bir arayayim dedim. Ne yapiyorsunuz, iyi misiniz Mustafa Abi?

    Gel, gel Evren vazgectik hadi gel. Allah kahretmesin seni, bir sen eksiksin zaten dernekte, hadi gel! .......................................................................

    Fuat genc bir cocuktu, Azerbeycanliydi. Buraya kadar bir sorun yok. Turkceyi asiri komik konusuyordu.

    Eh, biraz alay edilecek tabii, ama hala bir sorun yok. Cok gicik bir herifti. Kotu, ortamimizda

    yeterinden de fazla gicik herif var zaten. Iddialiydi, hem de cok iddialiydi, ustelik galiba iddiali

    olmasi da bosuna degildi, cok iyi bes dakika oynuyordu. Iste bu olmaz Fuat. Burda zaten

    yabancilara pek iyi gozle bakilmaz, hem sen bir de sampiyon olacakmissin.

    Dagdan gelip bagdakini kovmak olmaz Fuat.

    Fuat kimdi, neciydi, bilinmez. Bir gun dernege cikageldi. Ortalama oyuncularin hepsini catir catir yendi.

    Isi yoktu, cebinde bes kurus parasi yoktu, iki gundur acti, kalacak yeri yoktu. Bir iki gun icinde Ankaradaki

    en iyi bir iki oyuncu ile ayni duzeyde oldugu anlasildi, hos hic turnuvaya girmedigi icin kesin konusmak zor;

    o kadar iyi olmayadabilir, veya herkesten cok daha iyi de olabilir. Satranc disinda bir meslegi yoktu,

    odullu turnuvalara girerek veya ders vererek hayatini kazanmayi planliyordu. Fuat camiada sevilmedi.

    Bir kac hafta o sirada Ankara'da oturan "Bay Bulus Firtinasi Teknigi"nin evinde kaldi,

    Turk vatandasi olmadigi icin Ankara ve Turkiye sampiyonalarinda oynamasina izin verilmedi.

    Ders verecek adam bulamadi. Borcu birikince dernekte borca sandvic yemesine izin verilmedi. Kimbilir ne,

     "Bay Bulus Firtinasi Teknigi" de evinden kovmus sonra. Fuat'i bir daha goren olmadi.

    Abi gozlerimle gordum, Maltepe'ye dusmus, kendini pazarliyormus, yeminle soyluyorum

    seklinde laflari ciddiye almazsiniz imi timi belirsiz oldu.
    .......................................................................
    "Bay Bulus Firtinasi Teknigi"ni cok iyi tanimiyorum. Ufak tefek, yasli, ak sacli bir adam.

    Genelde Istanbul'da yasar. Satranci inanilmaz derecede kotu oynar. Herkes cok dolandirici

    bir herif oldugunu soyler ki inanirim. Yalniz yasiyor, hic evlenmis midir, bir meslegi var midir,

    ne ile para kazanir bilmiyorum. At yarisina merakli oldugunu biliyorum, bir kac kere aylik satranc

    dergisi cikardi, hepsini batirdi. Son cikardigi dergide iyice civitmis ve verilen aciyi cetvel ve

    pergelle uce nasil boldugunun ispatini falan vermeye baslamisti, lakabi da buradan geliyor.

    Lehinde ne soylenebilir adamin? Valla, insanin bos vaktinde aciyi uce bolmeye calismasi

    sIk birsey bence, sarlatanlik yapacaksan bari matematiksel yap di mi? Bir de siskin

    goz kapaklarinin altinda her zaman rahat, hayata karsi dalgaci bakislarla bakan,

    Zalim Sevki'yi andiran gozleri var, ki bak bunu herkese soylemem.

     


    XI
    Kale gecer piyonun arkasinda durmali. Cift fil iyidir, cift fili olan taraf pozisyonu acmali ama,

    ata saglam kare birakmamali. Izole piyonun onundeki kare zayiftir, at konur oraya, cok hos olur,

    tabii bu arada sah kanadi atagi yememeye dikkat etmek lazim. Uzak gecer genellikle avantajlidir,

    dragon cok kanli bir varyanttir, onu taktigi cok iyi oyuncular oynar sadece, ters renkli fillerle oyun

    sonuna girersen genelde berabere biter, hos Karpov oyun sonunda da kazaniyor ters renkli fillerle

    ama o baska. Oyun ortasinda ise daha aktif olan tarafin kazanc sansi yuksektir, o durumda piyon

    da feda edebilirsin, yeter ki senin filin onunkinden daha iyi konumda olsun. Evet bu pozisyonda

    beyaz ne yapmis, filiyle f6'daki ati almis, cok cok hos bir hamle, neden, cunku d5 karesini

    elde ediyor, haa, deminki oyunda da beyaz d5 karesini elde etmek icin ayni hamleyi yapmisti

    ama kaybetmisti, neden, cunku o pozisyon farkliydi, neresi farkliydi dersen, onu tam

    aciklayamam, zamanla ogrenirsin insallah. Bir de iyi ata kotu fil durumu var dikkat edilecek,

    piyonlarini filinle ayni renkteki kareye koymayacaksin. Kapali pozisyonlarda yavas yavas manevra

    yaparsin, acik durumlarda daha kombinatif dusunmek gerekir, gozunu dort ac. Bir de kalite fedasi

    diye bir sey vardir, bazen cok iyi sonuc verir, bazen cok kotu sonuc verir. Rakip kisa rok attiginda

    h7'den fil fedasi cok klasik bir temadir, dikkat edilecek nokta e5'de piyonun olmali ki adam atini

    f6'ya donemesin. Arka sira matlarina onlem olarak delik acmak iyidir. Delik acmak

    her zaman iyidir de, bazen ayni hamleye delik aciyor denmiyor, gereksiz yere sah kanadini

    zayiflatiyor deniyor, o zaman kotudur. Acilisi hizli oynamali ki zamanin sikismasin, yine de

    sikistiysa yaptigin her hamle icin kagidina cizik atmayi sakin unutma, kirkinci hamleyi

    doldurup doldurmadigini anlamak icin, yoksa bayragin duser, cok yazik olur.

    Bir de isin psikolojisi var, kitaplarda yazmiyor tabii, ama hem oynadikca ogreniyor insan,

    hem de azicik dernege gittin mi kaparsin oradaki muhabbetten. Karsindaki tecrubesizse

    oyun da iyi gitmiyorsa bilerek zaman sikisikligina gir, bayragin dustu mu dusecek mi diye o

    heyecanlanir senin yerine, yeniverirsin. Sonra cogu oyuncu defansta kalmayi sevmez,

    onlara karsi atak oynamak lazim, gerci cogu oyuncu sakin pozisyonel oyunlari da sevmez,

    onlara karsi da sakin oynamak lazim.

    Cocuk calisti, turnuvalara girdi, kritik olmayan maclar kazandi, kritik maclar kaybetti.

    Yaratici hamleler yapti, aptalca hatalar yapti, guzel maclar kazandi, guzel maclar kaybetti.

    Ozellikle fen lisesine girdikten sonra yatili okul, kafa dengi insanlar, daha sosyal bir hayat;

    cocuk bana donusurken hayatinda satranc giderek daha az bir yer tuttu.

    Dunya sampiyonu olmak umidimi ne zaman kaybettigimi hatirlamiyorum.

    Cok yetenekli cocuktan, buyuk ustaya degil ancak yetenekli gence donusmemle mi,

    satranc calismanin beni giderek daha fazla bunaltmasiyla mi, o kadar da yetenekli olmadigimi,

    kendi minik cevremde bile benim kadar yetenekli bir suru insan oldugunu gormemle mi?

    Cok uzun sure hemen hic turnuva oynamadim. Dernege sadece muhabbet etmeye gider oldum.

    Cocukken gicik kaptigim, calismadan tavla oynar gibi oynayan kahve oyuncularindan

    biri oldum ciktim. Ilginctir, en eli yuzu duzgun denebilecek basarilarimi son yillarda, satranci

    fiilen biraktiktan yillar sonra, ne kazanmayi ne kaybetmeyi ciddiye almamaya

    basladiktan sonra elde ettim.

    Satranca baglanip, sonra tamamen kopan var midir bilmiyorum.

    Genelde insanlar once tutkuyla baglaniyorlar, calisiyorlar, sonra bir an geliyor sikiliyorlar,

    satranci tamamen birakmaya karar veriyorlar. Bir sure ortalikta gorunmuyorlar, sonra yeniden

    ozluyorlar satranci, yeniden donuyorlar. Turkiye'deki en iyi oyuncularda bile bu iki yil hic

    ortalikta gorunmeme, hatta arada bir gelip bric'e basladim, bric cok daha guzel bir oyun,

    milli takima girecem deme, sonra diger hevesleri sonunce "baba yadigari" satranca donme,

    iki yil boyunca bu sefer bos kaldigi her anini satrancla doldurma desenine rastlayabilirsiniz.

    Bundan sonra asla satranci bir zamanlar oldugu kadar kafaya takmayacagimi biliyorum.

    Hicbir zaman satranci tamamen birakmayacagimi da biliyorum. Ikinci bir sinif oyuncu olarak

    bile olsa yilda bir iki turnuvaya girmek hosuma gidiyor. Turkiye sampiyonu olmak umidimi

    ne zaman kaybettigimi de hatirlamiyorum zaten; kimbilir, belki hala kaybetmemisimdir!

     

     

    XII
    Deplasmanli Turkiye satranc ligi kuruldu. Yirmiye yakin il altisar oyunculuk birer takim cikardi,

    buyuk sehirlerden ikiser, ucer takim da cikti karsilikli mac yapiyoruz, her takimin en iyisi diger

    takimin en iyisiyle oynuyor, oyle oyle eslenip mac yapiyorsun, oyuncularin kazandigi maclar

    takima yaziliyor. Maksat faaliyet olsun! Hem de tasrada satranc yayginlasir bu

    vesileyle yavas yavas, fena mi?

    Ilk turda tum maclar Ankara'da, ayni salonda oynaniyor. Bizim arkadaslar bir takim kurmus,

    Diyarbakir'la oynuyorlar. Bir ara hakemler geldi gitti, ne oldu ilgilenemedim, yarim saat

    sonra da bir mac bitti. N'aptin dedim Aybar'a, kaybettim dedi. Bir insan sehirli olsun da

    kendini begenmis olmasin, olacak is degildir, hadi len dedim, Diyarbakir'li adam seni yenecek

    degil ya? Oyle deme dedi, adam cok iyi oynuyor. Yenen adama uzaktan bir baktim, otuzlarinda,

    ufak tefek, kara, carpik burunlu, kocaman gozlu, parmaginda kocaman bir yuzuk, cirkin bir adam.

    Degil satranc, Kurtce disinda bir dil bildigi suphe goturur. Ne oldu bir ara hakemler falan geldi

    masaniza diye sordum. Haa, evet dedi, hamlelerini yazmiyordu, hakem cagirip itiraz ettim.

    Meger adam hamle yazimini bilmiyormus, hatta galiba okuma yazmasi da yok, ben itiraz

    ettikten sonra kagida yine hamle yazmadi, cizikler atti.

    Universite mezunu, senelerdir satranc oynayan, gayet akilli fikirli cocuk, tutmus okuma

    yazma bilmeyen -Turkce mechul- hayatinda satranc kitabi gormemis, ilk defa resmi bir

    maca cikan elin Diyarbakirlisina yenilmis. Alay ettim tabii, ama alay etmenin otesinde

    tuhaf bir durum var. Adi ne herifin? Ibrahim Tofan, yakinda ogrenirsin zaten.

    Ibrahim Tofan ligde dokuz mac yapti, sekizini kazandi, oburunde kazaniyorken teknik

    bir kural hatasi yapmis, berabere kaldi. Oynadigi oyuncularin icinde cok cok iyi oyuncular

    vardi, galiba bir tane de milli takim oyuncusu vardi. Ibrahim Tofan Diyarbakir'da dogmus

    buyumus. Turkce konusunu abartmisim, anlasilir duzeyde konusabiliyor, okuma yazmasi

    da var sayilir: cok yavas, kocaman harflerle ve cok duzgun yaziyor, askerde ogrenmis olmali.

    Hamleleri yazmayi bilmiyormus, mactan yarim saatten once haberdar olmuslar hamlelerin

    yazilmasi gerektiginden, arkadaslari alelacele biraz anlatmislar ama yeterli olmamis.

    Meslegini bir turlu ogrenemedim. Saatcilik yapiyor demislerdi, saat tamiri falan yapiyor

    olmali diye yakistirmistim, sonradan sokaklarda seyyar saat falan satiyormus galiba dediler.

    O bolgede bu tur faaliyetlere onem veriyormus devlet, belediyenin sponsorluguyla katilabilmisler

    lige, yoksa yol paralarini falan karsilayamazlar zaten.

    Ibrahim asil dama sampiyonuymus, Diyarbakir'da satranc pek bilinmezmis zaten, asil dama yayginmis.

    Bir tane satrancci kahvesi varmis, oraya gide gele ogrenmis satranci. Ne usta bir oyuncu var ortamda,

    ne kitap, magazin, belki buyuk sehirlere okumaya giden gencler olduysa onlar

    getirmistir bir iki malzeme, otesi yok.

    Ligdeki olaganustu basarisindan sonra Turkiye birinciligi finaline katilmaya

    hak kazandi, katilmadi. Hani arkadaslarla ayda bir defa degisik sehirlere gelip

    mac yapmak tamam da oyle bir ay boyunca kim ugrasacak, hem katilip ne yapacak sanki?

    Bir suru iyi oyuncu Ibrahim'in o kadar da iyi oyuncu olmadigini, biraz sansina biraz da

    rakipleri onu cok kucumsedigi icin iyi derece elde ettigini soyledi. Yoksa hani

    fena da oynamiyormus ama o kadar da degil. Hakkaten de bir tuhaf, konusuyoruz,

    bir acilis soruyor mesela, daha ucuncu hamle. Bana karsi soyle oynuyorlar, burada ne yapilir

    bu pozisyonda diye, sordugu en meshur, en zayif oyuncularin bile ezberden bilecegi bir sey.

    Her macinda acilistan cok kotu pozisyonda cikiyor, bu sefer cok kotu yenilecek diyorsunuz,

    ama sonra rakibinin en ufak bir hatasini affetmiyor, bir sekilde kazaniyor. Karmakarisik

    pozisyonlara giriyor ve tek bir hata yapmiyor.

    Ertesi yil Ibrahim yine lige geldi, bu sefer rakipleri daha da gucluydu, bir yenilgi, bir

    berabere on galibiyet alabildi. Bireysel siralamada yine birinci oldu, yendikleri arasinda

    uc tane milli takim oyuncusu da var ustelik.

    Ibrahim Tofan satrancci degil. Oyle uluslarasi bir basarisi da olmayacak hic. Damadan arta kalan

    vaktinde kafasina estikce oynayacak. Oynadigi oyunlarin pek cogunu kazanacak. Turkiye'de degil,

    mesela Rusya'da dogmus olsaydi ne olurdu, nereye kadar ilerlerdi bilmiyorum.

    Belki dunya capinda bir isim olurdu, belki sistemli bir egitim, antrenor, yorucu calismalar

    yetenegini bileyleyicegine koreltirdi. Gecenlerde duydum, cumhurbaskanligi kupasina girmis,

    buyuk ihtimalle iyi bir para odulu oldugu icin. Turkiye'nin buyuk ustamiz haric istisnasiz

    tum en iyileri katilmis, teker teker herkesi yenerek berabere bile almadan sampiyon olmus...

    Bu da boyle bir hikaye iste..

     

    Ana fikir dusundum bulamadim.


    There was an irem come unto the earth,born in the holy land of Pennsylvania,raised in the mystical east of Allentown.She believed she had the power to help herself and all mankind,so that others saw her power and came to her to be healed of their troubles and their many diseases.
  4. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    manhyak
    manhyak's avatar
    Kayıt Tarihi: 22/Ocak/2006
    Erkek

    hoca paso satrançla ilgili konular açıyosn nasıl oynuyosun merak ettim gel alıyım bi façanı aşşa :d

  5. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    neyzen
    giriftzen
    giriftzen's avatar
    Kayıt Tarihi: 09/Aralık/2009
    Erkek

    o bir satranc ustası

    not: bu kız comezliğim kalksın diye konu acmaktadır, lutfen comezliğini kaldırınız pls

     


    fuck the system!
  6. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    gumusservi
    gumusservi's avatar
    Kayıt Tarihi: 11/Temmuz/2010
    Dişi

    u-f-d bunu yazdı:
    -----------------------------

    o bir satranc ustası

    not: bu kız comezliğim kalksın diye konu acmaktadır, lutfen comezliğini kaldırınız pls

     

    -----------------------------

     

    olmaz önce bu kadar uzun mesaj atmaktan vazgececek sakın kaldırmayın ::D irem gözleirm yoruldu yaa :))


    Çok fotojenik bir "acı" çekiyorum. G ü l ü m s e . . .
  7. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    philist
    philist's avatar
    Kayıt Tarihi: 13/Haziran/2006
    Erkek

    1100

  8. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    mosquit0
    mosquit0's avatar
    Kayıt Tarihi: 02/Mart/2008
    Erkek

    c/p hayır!


    adaletin bu suçu önleyemiyecek olduğunu düşünüyorsan yargıçda sen ol cellad da
  9. KısayolKısayol reportŞikayet pmÖzel Mesaj
    irem27
    irem27's avatar
    Kayıt Tarihi: 27/Ağustos/2010
    Dişi

    manhyak ( eren bey )

    buyrun tahribat msn grubumuza katilin ,

    hem tanisiriz hemde

    sizinle satranc oynamaktan memnun oluruz ...


    There was an irem come unto the earth,born in the holy land of Pennsylvania,raised in the mystical east of Allentown.She believed she had the power to help herself and all mankind,so that others saw her power and came to her to be healed of their troubles and their many diseases.
Toplam Hit: 5389 Toplam Mesaj: 30